Güneş Tutulmasindan Akıl Tutulmasına; “Kürt Sorunu” Vesilesiyle Şiddet Üzerine Düşünceler…
Güneş tutulması, farklı kültürlerin mitolojilerinde genelde, kötü ruhlar ile güneş arasında geçen bir mücadele olarak resmedilmiştir. Atalarımız, ayın güneşi tam olarak örttüğü o an, kendilerini aydınlatan, ısıtan ve dünyaya hayat veren güneşin ay tarafından tutsaklığının sona ermesi için, ellerine geçirdikleri çanak, çömlek, tencere ve tenekeleri birbirlerine vurup mümkün olduğu kadar gürültü yaparlarmış. Kötü ruhların yani İblis’in bu gürültüden korkup güneşi bırakacağını düşünürlermiş. Güneşsiz bir dünyanın soğuk ve karanlık olacağı, böyle bir dünyada yaşamın ve yaşamanın mümkün olmadığı düşünüldüğünde bu kaygının ve inancın pek boş olmadığı, hatta “aklın icabı” olduğu ileri sürülebilir pekâlâ.
Marksistlerin İmanı
Feminizm ve kadın sorununun revaçta olduğu dönemde sık sık Marksizm'in kadın sorununu sınıf eksenli siyasetin kuyruğuna taktığı tartışılırdı. Bu argümana karşı olarak da çoğu Marksist, aslında Marx'ın kadın meselesi üzerine de çok önemli tespitlerinin olduğunu savunup, Das Kapital'den ve Marx'ın külliyatından pasajları "kanıt" olarak ileri sürerdi
Tuzla'da Ölümleri İş Güvenliğiyle Önlemek Ödemekten Kolay
Artık iyileştirme zamanı. Bunun için iş güvenliğinin önleyici olduğunu, önlemenin ödemekten kolay olduğunu sürekli tekrar edelim. Bununla kalmayıp artık ücret talepleri kadar iş güvenliği talebini de Tuzla'da ve her yerde sesli olarak dile getirelim.
27 Mayıs'ın Ardından: Darbe Korkusu
Darbe en kaba hali ile halkın yönetiminde zaafları olduğunu gören silahlı kuvvetlerin silahından ve hiyerarşisinden aldığı güç ile demokrasiyi ortadan kaldırmasıdır. Bilindiği üzere böyle dönemlerde işçi haklarından söze edilemez.
Uzlaşmak mı? Yüzleşmek mi?
Bazı kavramların kutsal bir halesi vardır. Bu kutsal hale o kavramı tarihin ve mekânın dışına itip, tartışmasız her daim “iyi” ve hayırlı bir anlamla yükler. Ne var ki kavramları bağlamından kopardığımızda, çoğu kez o kavramın birbirine zıt anlamlarla yüklenmesi pekâlâ mümkündür. Örneğin bugünlerde dilimize pelesenk olan “uzlaşmak” kavramını ela alalım. En basit tarifle uzlaşmak, tarafların karşılıklı olarak bazı taleplerinden vazgeçip, ortak bir noktada mutabık kalmaları anlamına gelir. İlk bakışta çok olumlu bir tavır olarak algılanan bu davranış, pekâlâ bir muharebenin ya da savaşın her hangi bir anında, komutanlar tarafından yapılmış taktik bir manevraya da işaret edebilir. Öte yandan nerede uzlaşılacağı ve bu uzlaşmanın doğuracağı sonuçlar da meselenin bağlamından bağımsız ele alınamaz. Sorunları çözmeyi değil ertelemeyi hedefleyen bir uzlaşmaya sırf taraflar uzlaştı diye sevinmeli, böylesi bir tavrı hayırlı bir işmiş gibi alkışlamalı mıyız? O yüzden uzlaşmadan bahsederken gerçekte neyi talep ettiğimizi, nelerden vazgeçeceğimizi ve nihayetinde tüm bunların toplumsal ilişkilerimizi ve kurumlarımızı daha adil, daha demokratik ve daha iyi bir noktaya taşıyıp taşımayacağını da düşünmeliyiz.