Yazdır

Fosil yakıtların kullanımından vazgeçilmesi ve ormansızlaşmanın durdurulması konusunda varılan uzlaşmalar, çözümlerin insanların sahadaki eylemlerinde yattığına dair artan farkındalığı gösteriyor.

Yazar: Ashish Kothari

30. İklim Değişikliği Konferansı'ndan çıkarılabilecek tek bir net ders varsa, o da hükümetlerin iklim krizini çözemeyecekleri gerçeğidir. Eğer bunu yapabilecek durumda ve istekli olsalardı, bunu yapmak için 30 pahalı ve fosil yakıt tüketen toplantıya gerek kalmazdı. Ancak 21 Kasım'da sona eren Brezilya'nın Belem kentinde düzenlenen COP30'un sonucu yine bir başarısızlık oldu.

Aylarca süren hazırlıklar ve yüzlerce hükümet temsilcisinin iki hafta boyunca her kelimeyi tartışması, birkaç küçük ilerleme ve iki büyük gerileme içeren bir anlaşma ile sonuçlandı.

İlerlemeler; “gelişmekte olan” ülkelerin iklim kriziyle başa çıkabilmeleri için biraz daha fazla para ayrılması ve işçilerin ve diğerlerinin iklim duyarlılığı daha yüksek bir ekonomiye geçiş sürecinden olumsuz etkilenmemelerini sağlamak için “adil geçiş” ile ilgili metnin anlaşmaya dahil edilmesi. Gerilemeler ise? Fosil yakıtların acilen kullanımdan kaldırılması konusunda tam bir sessizlik –COP28'de bu konuda kullanılan zayıf ifadeler bile geride bırakıldı– ve ormansızlaşmanın durdurulması.

Ancak umut verici olan, çözümlerin insanların sahadaki eylemlerinde yattığının giderek daha fazla farkına varılmasıydı.

Hükümetler neden yetersiz?

Kriz hakkında bilgi eksikliği ya da çözümlerin bulunmaması söz konusu değil. Sorun, hükümetler ve şirketler dahil olmak üzere güçlü aktörlerin harekete geçmek istememesinde yatıyor. Kapitalist kâr güdüsü ve devletin güç oyunları, bu tür çözümlerin gerekli aciliyetle hayata geçirilmesine izin vermeyecek.

COP30'da, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva'nın desteğiyle ev sahibi hükümetin ciddi çabalar gösterdiği izlenimi verdiği için bir miktar umut vardı. Ayrıca, Amazon ormanı ve nehir ekosisteminin hemen yanında yer aldığı için “orman COP'u” olarak adlandırılmıştı.

Ancak yine de kazançlı çıkanlar, fosil yakıtları teşvik etmek gibi iklime zararlı faaliyetlerden kâr elde etmeye devam eden şirketler ve hükümetler ile “yeşil ekonomi” veya “iklim geçişi”ne yatırım yapanlar oldu. Bu geçişin felaket etkilerinin kanıtları, özellikle küresel Güney'de, elektrikli araçlar için lityum madenciliği ve devasa yenilenebilir enerji projeleri için geniş arazilerin ele geçirilmesi gibi örneklerle tüm dünyada görülebilir. İklim krizinden hiçbir zaman sorumlu olmayan doğa ve ona bağımlı topluluklar, bu sözde geçişin “fedakârlık bölgeleri” haline geliyor.

COP30'da Brezilya, milyarlarca dolarlık yatırımları harekete geçirerek ormanları korumak için Tropical Forest Forever Facility'yi(Sonsuza Kadar Tropikal Orman Kuruluşu) başlattı. Ancak eleştirmenler, bunun güçlü devlet kurumları ve şirketlerin ormanları metalaştırmaya ve ticarileştirmeye devam etmelerinin bir başka yolu haline geldiğini ve bu ormanlarda yaşayan yerli halklar ve diğer toplulukların bir kez daha kaybeden taraf olduğunu belirtiyor.

Somut eylem

COP30, iklim krizine çözümlerin başka yerde olduğunu çarpıcı bir şekilde gösterdi. 12 Kasım'da yerli halklar resmi toplantı salonunu bastı ve 14 Kasım'da girişi kapattı, toprak haklarının tanınması ve madencilik projelerinin durdurulması taleplerini vurguladı. Brezilya hükümeti, Amazon ormanlarının iki milyon hektarını da içeren Brezilya'nın 14 bölgesinde yerli halkların toprak haklarının tanınması yönündeki uzun süredir devam eden talebi kabul ederek taviz verdi.

Son yirmi yılda, ormanların büyük çoğunluğunun yerli halkların ve ormanlarda yaşayan diğer toplulukların topraklarıyla örtüştüğü göz önüne alındığında, bu tür bir tanıma yoluyla ormansızlaşmayı frenlemenin iklim değişikliğinin etkilerini azaltmanın en etkili yollarından biri olduğu yönünde kanıtlar artmıştır. Ya da daha doğrusu, bu ormanların hala bozulmamış olmasının nedeni, bu toplulukların uygulamaları ve dünya görüşleridir.

2021 yılında yapılan bir araştırma, bugün Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada olarak bilinen topraklarda yerli halkların fosil yakıtların yaygınlaşmasına karşı direnişlerinin, bu iki ülkenin “yıllık emisyonlarının en az dörtte birine eşdeğer sera gazı kirliliğini durdurduğunu veya geciktirdiğini” göstermiştir.

Ipereg Ayu hareketinin yerli Munduruku halkı, 14 Kasım'da Brezilya'nın Belem kentinde düzenlenen protesto sırasında COP30 toplantı salonunun önünde duruyor. Kaynak: AFP.
Ipereg Ayu hareketinin yerli Munduruku halkı, 14 Kasım'da Brezilya'nın Belem kentinde düzenlenen protesto sırasında COP30 toplantı salonunun önünde duruyor. Kaynak: AFP.

Yaşam bölgeleri” de dahil olmak üzere dünya çapında yüzlerce girişimde, bu tür eylemler ormansızlaşmayı, çayırların tahrip edilmesini ve sulak alanların kurutulmasını önlemeye yardımcı olmuş ve böylece iklim krizinin nedenlerini hafifletmiştir. Ekolojik açıdan duyarlı, iklim dostu ve sosyal açıdan adil yollarla gıda, enerji, barınma, temel ihtiyaçlar ve geçim kaynakları üretilmesine ilişkin sayısız örnek de bulunmaktadır.

Bu girişimlerin çoğu, COP30'daki halk hareketlerinde savunuldu. Cupola dos Povos veya Halk Zirvesi ve Yerli halkların önderliğindeki Aldeia COP'da, on binlerce topluluk ve sivil toplum temsilcisi yürüyüşler, diyaloglar, kamuya açık duruşmalar ve mahkemeler, kültürel programlar ve daha fazlası için bir araya geldi.

Gezegeni çöküşün eşiğine getiren güçlere meydan okuyan ve insanları ve doğayı merkeze alan çözümlere dikkat çekilmesini talep eden güçlü Halk Zirvesi Deklarasyonu yayınlandı. Ekolojik ve feminist yaklaşımlar ön plana çıkarıldı.

Zayıf halka

Ancak sivil toplumun söylemlerinde ve eylemlerinde ciddi bir yetersizlik varlığını sürdürüyor. Anlaşılır bir şekilde, muazzam bir güce ve kaynağa sahip oldukları için hükümetlerden ve hükümetlerarası kurumlardan eylem talep etmeye büyük önem veriliyor.

Ancak devletlerin; gücü merkezileştirme, “sıradan” insanlardan uzaklaşma ve iktidarda kalmak için ilkelerden ödün verme eğilimleri var. Sömürücü ve küreselleşmiş bir “kalkınma” modeline olan sürekli bağımlılıkla birleştiğinde, modern ulus devlet –kapitalist, sosyalist veya ikisinin arasında herhangi bir yerde olsun– kaçınılmaz olarak demokratik değildir ve ekolojik olarak sürdürülebilir değildir.

Bu, “devrimci” partilerin liderliğindeki hükümetler için bile geçerlidir: İspanya'daki Podemos, Avrupa'nın diğer bölgelerindeki sosyal demokrat partiler, Yunanistan'daki Syriza, Latin Amerika'daki çeşitli sol partiler. Bu tür kurumlar iklim krizini çözemez. Radikal olarak farklı siyasi oluşumlara ihtiyacımız var.

Yerli halk hareketleri, yerel toplulukların davaları, bazı kentsel kolektif hareketler ve yeni solun, feministlerin, Gandhicilerin, Kürt ve Zapatista hareketlerinin ve diğerlerinin çoğu, ayakları yere basan demokrasi biçimlerini savunuyor ve otaya koyuyor.

Çoğu veya tüm insanların katılım yetisine ve hakkına sahip olduğu (bu, iç toplumsal cinsiyet ve diğer eşitsizliklerin de ele alınmasını gerektirir) ve insan olmayanların da insanların vizyonunun merkezinde yer aldığı, benim Radikal Ekolojik Demokrasi olarak adlandırdığım, sahada karar alma süreci, iklim kriziyle başa çıkmak için anlamlı herhangi bir strateji için çok önemlidir.

Uzun vadede, dünya halkları ve ekosistemleri arasındaki doğal, kültürel ve ekonomik akışlara (biyokültürel bölgeler veya biyobölgeselcilik) çok daha fazla saygı gösterilmesi için ulus devlet sınırlarının ortadan kaldırılması bile hedeflenebilir.

Son birkaç ayda, Global Tapestry of Alternatives ve diğer gruplar, “Radikal Demokrasi, Özerklik ve Kendi Kaderini Tayin Etme” ve “Topraksal Yönetişim ve Türler Arası Adalet” konularına odaklanan toplantılar düzenlediler.

Belem'de bu, “Radikal Demokrasi ve İklim Adaleti: COP30'da Eksik Kalan Tartışma” başlıklı bir oturumla doruğa ulaştı. Bu argüman, Global Alliance for the Rights of Nature (Doğa Hakları için Küresel İttifak), International Tribunal on the Rights of Nature (Doğa Hakları Uluslararası Mahkemesi) ve War on Want (Yoksullukla Savaş) ve diğerleri tarafından yürütülen Adil Geçiş süreçleri gibi gruplar tarafından da etkinliklere taşındı. Halk hareketleri, güçlerini kullanırken bu tür temel değişiklikleri giderek daha fazla talep ediyor.

Katılımcılar, insanlığın en ötekileştirilmiş kesimlerinin ve doğanın geri kalanının belirleyici bir sese sahip olduğu yönetişim biçimlerini belgelemek, desteklemek, mümkün kılmak ve ilham vermek için daha fazla çalışma yapılması gerektiği konusunda hemfikir oldular. Ancak böyle bir yaklaşım, arka arkaya düzenlenen hükümetlerarası COP'lardan çok daha fazla iklim krizini durdurma şansı sunuyor.

Ashish Kothari çevre araştırmacısıdır.

Türkçeye çeviren: Reha Alpay

Bu yazı https://scroll.in/article/1089197/cop30-shows-why-governments-wont-solve-the-climate-crisis adresinde yayınlanmıştır