Ekokırımın bir suç olarak iç hukukta ve uluslararası hukukta yer almasını amaçlayan konferansımız, Türkiye’de bu konuda uluslararası düzeyde düzenlenmiş ilk toplantı olmanın sorumluluğunu taşıyor.
Ekokırım kavramı, doğaya verilen zararların gitgide artmasıyla, farklı ülkelerde farklı boyutlarda ele alınmaya, tartışılmaya başlandı. Aktivistler ve hukukçular, ekokırım suçunu kendi ülkelerinin yasalarına geçirmeye çalışıyorlar. Çabaları sadece iç hukukta tanımlama yapılmasına yönelik değil, ekokırımın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) baktığı 4 temel suça (insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım, savaş, saldırı) eklenerek, 5. suç olarak kabul edilmesi yönünde. Ekokırımı gençlerin meselesi yapmak ve kamuoyu desteği alarak kampanyaların organize edilmesi de önemli. Çünkü hukuk mücadelesi, öznelerin katılımı ve aktif rol almaları ile başarıya ulaşabilir.
Küresel kurumlarla sermaye ise COP 27’ye sayılı günler kalmışken aynı retorikleri tekrarlıyorlar ve mevcut hukuk, ancak var olan sistemi korumaya yönelik. Oysa ki sistemin bu şekilde devam edebilmesi mümkün değil. Üstelik hukuk, durağan ve değişmez de değil, ihtiyaçlara göre şekilleniyor. Bu nedenle mutlaka doğaya karşı insanın yıkıcı faaliyetlerini engelleyen önlemler alınmalı. İki tür yıkım var; savaş sonucu oluşan ekolojik yıkımlar ve savaş oluşturan ekolojik yıkımlar. Hızla artan enerji, inşaat, madencilik faaliyetleri başlı başına yıkım oluşturuyorlar ve bunlar hukuktaki boşluklardan yararlanarak, daha büyük felaketlere yol açmak üzere faaliyetlerine devam ediyorlar.
Diğer taraftan, yasaların normatif gücü, davaların çok daha ötesine ulaşabiliyor. İşte bu nedenle doğanın haklarını korumak için ekokırımın suç olarak tanınmasına ihtiyaç duyuyoruz. Doğaya zarar verilmesini önlemek, doğayı kendinde değer olarak görmek ve doğaya karşı işlenen suçları cezalandırmak için böyle bir kanunu hukuk sistemine dahil etmeliyiz.
Stop Ecocide (Ekokırıma dur de) vakfı tarafından oluşturulan “Çevreye ağır ve geniş çapta ya da ağır ve uzun vadeli bir biçimde zarara yol açmasının kuvvetle muhtemel olduğunun bilincinde, yasadışı veya keyfi olarak işlenen fiiller ekokırım suçunu oluşturur” tanımının ele alındığı konferansımızda tanımda yer alan kavramlar farklı bakış açılarından sorgulandı. Bu tartışmalar çerçevesinde özellikle çevre korumasını, savaş suçundan barış zamanına genişletmek gerektiği söylenebilir.
Ekokırım suçu, ihtiyatlılık ve öngörülebilirlik ilkeleri doğrultusunda da sorumlulukların olduğundan hareketle ele alınmalıdır. Bu çerçevede fiilin potansiyel ekolojik yıkım tehlikesi barındırması, ceza yaptırımının oluşması için yeterli görülmeli, zararın gerçekleşmesi beklenmemelidir. Ekokırım suçunun karşılığı olan cezalar ise suçun oluştuğuna karar veren yapıların zamanla oluşturacağı bir süreçle tariflenebilirler ve ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir.
Ülkelerin iç hukuklarında ve uluslararası hukukta ekokırım
İklim ve ekoloji suçları ulusal, bölgesel ve uluslararası olmak üzere 3 ayrı başlıkta toplanabilir. Dünyanın farklı ülkelerinde, yerel halkların uzun yıllar süren azimli çabaları sonuç veriyor ve ekosistemler özne olarak tanınarak, yasal haklar kazanıyorlar.
Ulusal kazanımlara güzel bir örnek İspanya’daki Mar Menor Tuz Gölü; uzun yıllar süren ekolojik yıkımlardan sonra tonlarca balığın ölümünün insanları harekete geçirmesiyle gölün kenarında 70 km’lik bir alanda insan zinciri eylemi yapıldı ve 650 bin ıslak imza toplandı. İspanya Parlamentosu’nun bu eylemlilik üzerine aldığı kararla Mar Menor Tuz Gölü ve havzası, doğal olarak korunma ve evrilme, eski sağlığına kavuşma, ekosistem olarak insan kaynaklı baskılardan korunma haklarına kavuştu. Bu hakların takibi için de üçlü bir yapı oluşturularak, eylemleri gerçekleştiren idare, onları kontrol eden izleme komisyonu ve bilimsel komisyon kuruldu.
Ekokırım suçunu etkin hale getirmek için anayasa ve yasalara ekolojik temelli eklemeler yapmak gerekiyor. Bu bağlamda doğa haklarının tanındığı Ekvator anayasasından ve Bolivya kanunlarından ilham alınabilir. Ayrıca, ekokırımın bir suç olması konusunda aynı görüşü paylaşan parlamenterleri uluslararası düzeyde bir araya getiren “Ecocide Alliance”, parlamentolarda soru önergelerinin verilmesi, kanun önergeleri sunulması açısından faydalı olabilir.
Belçika, ekokırımı parlamentosunda tartışmaya açan ilk ülke oldu; ekokırım suçunun geçerlilik alanı genişletilerek, kişiler sadece Belçika’da işlenen ekokırım suçlarından değil, ülke dışında işledikleri ekokırım suçlarından da yargılanabilecekler. Bu yasal değişiklikteki amaç, insanları cezalandırmaktan öte çevreye verilen tahribata karşı caydırıcı olmak ve bir toplumsal paradigma değişikliği yaratmak. Ekokırımın uluslararası mahkemede suç olarak tanınması da bizlere iç hukuk açısından temel bir dayanak sağlayacak ve doğaya verilen zararlara karşı ülkelerdeki yasaları güçlendirecektir.
“Nicel birikimler, nitel değişimlere yol açar” prensibinden yola çıkarak ekokırım kavramının kümülatif (birikimli) etkileri içerecek şekilde de ele alınması gerekmektedir.
İklime karşı işlenen suçlarda, suç mahali küreseldir
Küresel iklim krizine neden olan tüm fosil yakıt, termik ve maden şirketlerinin yöneticileri UCM’de yargılanabilirler. Bu yargılama, iklim krizi çağında iklime etki eden bu şirketlerin eylemlerinin sonuçlarının sadece belli bir ülkeyle sınırlı kalmadığından, küresel düzeyde etki ettiğinden, yani suç mahalinin küresel olduğundan hareketle yapılabilir. İliç’teki altın madeninin varlığı ve en son siyanür sızıntısıyla verdiği zararların Fırat’ın Basra Körfezi’ne kadar uzanması, sadece Türkiye halklarına değil, tüm Ortadoğu halklarına karşı işlenmiş bir ekokırım suçudur. Aynı gerekçeyle, Adana’da termik santrallerin yarattığı yıkım nedeniyle iki termik santral yöneticisi, Kazdağları’ndaki yıkımı nedeniyle Alamos Gold, Kapadokya’daki yıkımı nedeniyle Centerra Gold, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılık Ofisi’ne insanlığa karşı suç işledikleri gerekçesiyle şikâyet edildiler.
Bergama Altın Madeni ile ilgili başvurularda ise, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özel hayatın korunmasına ilişkin maddesi gereğince ihlal kararı çıkmıştı. Sözleşmenin
tüm ekokırım suçları için böylesi geniş yorumlanmasını sağlamak veya ek protokolle ekokırım suçunun sözleşmeye girmesini sağlamak ta bir hukuksal mücadele alanı olarak önümüzde duruyor.
Türkiye’deki ekoloji aktivistleri ve ekolojik suçlar
Konferansımızın ekoloji hareketlerinin ve Türkiye’de hukuk mücadelelerinin konuşulduğu oturumu, Rize Fındıklı’da yeşil yola karşı mücadele ederken katledilen avukat Cihan Eren, Artvin Hopa’da HES’lere karşı verilen mücadelede polisin gaz bombası saldırısı sonucu katledilen Metin Lokumcu ve Antalya Finike’de mermer ocağına karşı yaşam alanlarını ve Sedir ağaçlarını korumak için verdikleri mücadelede katledilen Aysin Büyüknohutçu ve Ali Ulvi Büyüknohutçu anısına gerçekleştirilmiştir. Adaleti yalnız ekolojik yıkım alanları için değil, aramızdan alınan mücadele arkadaşlarımız için, “Gezi’yi savunuyoruz” diyerek kent ve doğa savunma mücadelesi vermeleri nedeniyle tutuklanan dostlarımız için de arıyoruz.
Gönüllü hak savunuculuğu yapan ekoloji aktivistleri Türkiye’nin özüdür. Bu özü, çeşitli mücadele alanlarından konferansımıza aktararak, ekokırım tartışmalarına katkı sunmaya çalıştık; JES’lere karşı Mezeköy’de, termik santrale karşı İkizköy’de, taş ocağına karşı İkizdere’de, çimento fabrikasına karşı Deştin’de süren direnişleri selamlıyoruz. ODTÜ ormanı rant yolu ile bölünüyor, ekosistem ve kent hakları savunması mücadelesi ise ODTÜ bileşenlerince devam ediyor. Kent içinde ekosistem çeşitliliği olarak önemli bir yaşam alanı olan Validebağ korusu, millet bahçesi yapılmak isteniyor. Güvenlik gerekçesiyle ormanların yakıldığı Munzur’da 145 maden ruhsatı ve orman kıyımı, yerel halkı topraklarını terk etmeye zorluyor. Kanal İstanbul projesi hayata geçerse tüm bir coğrafyayı hem karasal hem de sucul ekosistemleri etkileyen tam bir yıkım gerçekleşecek ve İstanbul bir ekokırım alanına dönüşecek. Kazdağıları’nda madencilik, tarihi dokunun yok edilmesi, uranyum aranması, JES, RES, taş ocakları ve deniz kirliliği gibi çok yönlü saldırılar yöreyi yok etmek üzere. Malatya’da altın, toryum, uranyum gibi madenler ve HES’lere ilişkin 1050 ihale söz konusu. Madra Dağı, madencilik tehdidi altında. Bursa’da Uludağ Milli Parkı’nın yok edilmesine ve sucul sistemlerin aşırı kirliliklerinin teşhirine yönelik düzenli eylemler yapılıyor. Karadeniz sahil yolunun yapıldığı 90’lı yıllardan bugüne yola karşı mücadele, HES’lere karşı direniş sürüyor. Bergama’daki altın madenine karşı başlayan doğa savunma mücadelesi, Ege’de Aliağa’daki yıkımlar, Çeşme’deki büyük proje, Gaziemir’de radyoaktif atıklar gibi saymakla bitiremediğimiz saldırılarla devam ediyor. Şırnak’taki ağaç kesimleri ve madencilik faaliyetleriyle sınırlı kalmayan doğa katliamı, güvenlik politikaları ile iç içe geçmiş halde ve son dönemde buna rant politikaları da eklendi. Güvenlik barajları oluşturulan tüm bölgede, yetkili mercilerin kapısı kapalı, ekokırım mahallerine halkın ulaşımı mümkün değil, güvenlik politikaları nedeniyle doğa mücadelesi verenler engelleniyor. Biyoyakıtlar Türkiye’nin her yerinde yaygınlaşıyor. Oysa ki orman ürünlerini, araba lastiklerini ve çöpleri yakmak yenilenebilir enerji olarak nitelenemez. Maraş Elbistan’da 2 adet termik santralin ve linyit ocaklarının verdiği zararlar, Türkiye’deki diğer tüm termik santral alanlarında olduğu gibi uzun yıllardır hem doğaya hem de insan sağlığına ağır bedeller ödetiyor. Zonguldak Filyos’ta gübre fabrikası, Karadeniz Ereğlisi’nde demir çelik fabrikası ve buradan yayılan hava kirliliği yaşamı tehdit ediyor. Sucul ekosistemlere yönelen tehlikeler, buralardaki canlı yaşamını yok etmek üzere; kapalı bir ekosistem olan Salda Gölü, millet bahçesi yapılarak yok edilmek isteniyor, yine güvenlik gerekçesiyle doğa savunucularının girişimlerinin engellenmeye çalıştığı Van’da Van Gölü (Denizi) havzası kuraklık ve kirlilikle boğuşuyor. Marmara, son yaşanan müsilajla açığa çıkmış olduğu üzere aşırı kirlilik nedeniyle can çekişir durumda. Marmara’nın yaşadığı bu durum aslında epey eskiye dayanıyor; Marmara’da ilk ekokırım, Küçükçekmece’de oluştu ve bu İspanya’da gerçek kişi statüsüne kavuşan Mar Menor’un yaşadıklarına çok benziyor; Marmara’nın yaşam mücadelesinde, Mar Menor’da kazanılan zaferden esinlenmeliyiz.
Yukarıda sıralanan ülkenin farklı coğrafyalarından deneyimler, bizlere birlikte mücadelenin olanaklarını gösteriyor. Bilimden teoriyi, sahadan mücadeleyi öğreniyoruz, mücadele ettiğimiz tüm yaşam alanlarımızı, müştereklerimizi savunuyoruz.
Ekokırım Türkiye’de suç olmalı!
‘82 anayasasındaki demokratik haklar ve özgürlükler ekokırımın cezalandırılmasına izin veriyor mu?” sorusunu şöyle irdelemek mümkün: Anayasada kamu yararı ön planda ve çevresel demokrasi için devletin 3’lü görevi önlemek, korumak, geliştirmektir. Örneğin ÇED süreçleri devlet için pozitif bir yükümlülüktür. Devletin bu görevlerini ihlal etmesi bireyin devlete karşı öznel hakkını doğurmaktadır. Açıkça dile getirilmese de ekokırım suçu örtülü olarak anayasada tanımlanmıştır.
Türk ceza kanununda, ekokırım suçunun kök salmasına katkısı olabilecek maddeler mevcut. Ayrıca, 2006’de ceza kanuna eklenen iki yeni suç olan soykırım ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar ekokırımla ilişkilendirilebilir ya da ekokırımla ilgili yeni maddeler eklenebilir.
Ekokırımın suç olarak tanınması ve TBMM’den geçmesi için bir yasa tasarısı hazırlığı çalışmalarına başlayacağız. Bu çalışmalar, ekoloji aktivistleri, yerel halk, hukukçular ve disiplinler arası alanlardan uzmanlarla tartışarak gerçekleştirilecek.
Gezegenin kendi kaderini tayin hakkı
Yeni bir kavram olarak gündeme gelen “sınır aşan sözleşmeler”e göre taraf olmayan ülkeler artık yaptırımları reddedemiyorlar. Gezegeni ilgilendiren sözleşmeler tüm insanlığı ilgilendiriyor ve bağlayıcılığı var.
Ekokırımlarda tüm gezegen zarar görüyor. Bu nedenle gezegenin kendi kaderini tayin hakkına sahip olması hukuksal süreçlerde tanınmalıdır. Uluslararası bir ekokırım mahkemesi kurularak, yeryüzü genelinde dünya anayasasına giden yol açılmalıdır.
Yeryüzünde o kadar uzun süreli ve ağır tahribatlara yol açtık ki, süreç artık doğanın inisiyatifinde. Buna bağlı olarak, insan elinden çıkan hukuksal süreç de artık doğanın verdiği uyarılara göre şekillenecek. Dünya bugüne kadar 6 defa yok oluş yaşadı ve her defasında bunun sorumlusu hâkim olan türdü. Sorumlusunun insan olacağı yeni bir yok oluştan kurtulmak, ekokırımın suç olarak ülkeler tarafından kabul edilmesiyle ve doğa savunucularının bu kanunun uygulanmasını azimli takipleriyle mümkün olacaktır.
4 Kasım 2022, İstanbul, Türkiye