Tarihi o zamana dek süregiden akışında kesintiye uğratan, ya da daha farklı bir mecraya sokan, algılarımızı ve yaşamımıza dair herşeyi değiştirebilme potansiyeline sahip olan… Amerika Birleşik Devletleri ve dünya tarihinde 11 Eylül saldırıları ve ardından yaşadıklarımız böyle bir “tarihi olay”dır örneğin. Olay ABD’de gerçekleşmiş olsa da etkisi tüm dünyada, hatta en “ırak” köşelerde bile acı ve ızdırap içinde yaşanmaktadır. Başka bir “tarihi olay”da gene ABD’yi vuran “Katrina” kasırgasıdır. Etkisinin 11 Eylül saldırılarının yarattığı çapta olup olmayacağını bilemiyoruz ancak, şimdiye dek en az onun kadar “yankı” bıraktığı gözükmektedir. Benzerlikleri ve farklılıklarıyla bu iki olayı nasıl okuyabiliriz? Her ikisinin de Eylül ayında ve ABD’de olması dışında ne gibi ortak noktaları vardır?
Egemen görüş, her iki olayı da imparatorluğun göbeğinde oluşturulan bir su damlasının, imparatorluğun hüküm sürdüğü ya da sürmek istediği coğrafyaya yansıyan ve genişleyerek etkisi artan periferik dalgaları olarak okumaktadır. İmparatorluğun bekçilerinin süslü kuramlarına bilincimizi teslim etmeyip, yaşanan çıplak gerçeği görmeye çalışırsak; Katrina-11’i ABD İmparatorluğu’nun çöküşünün değişik veçheleri olarak okumamız gereklidir. 11 Eylül’ün ardından gerçekleştirilen Irak işgali ve Ortadoğu’nun yeniden tasarlanması, hem hegemonik hem de endüstriyel olarak imparatorluğun çöküşünü engelleme hamleleri olarak değerlendirilebilir. Ancak haftalar öncesinden “haberli” olarak misafirliğe gelen Katrina sonrası yaşanan olaylar, aslında ev halkının “aynı aileden sayılmadığının”, evdeki huzurun ve barışın elaleme gösterildiği gibi “imrenilecek” boyutta olmadığının ve en önemlisi dünyaya hükmettiğini düşünen bir imparatorluğun aslında kendi bahçesini dahi düzenleyemediğinin göstergesi değil midir? 11 Eylül sonrası Irak’ta yaratılan vahşeti meşrulaştırmak için öne sürülen “özgürlükçü” Amerikan yaşam tarzının ve uygarlığının üstündeki yaldızlı peçenin, Katrina’nın rüzgârıyla savrulması sınıfsal, ırksal ve kültürel fay hatlarını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Katrina sonrası çoğu Afrika kökenli “Amerikalı”, Hispanik, göçmen, işsiz, evsiz, yaşlı olmak kaydıyla 100 binlerce evsiz ve hayatını kaybeden binlerce insan kapitalizmin “maskesi”ni alaşağı etmiştir.
Gerek 11 Eylül saldırıları gerek Katrina ile dünyada güvenli bir yerin olmadığını da düşünebiliriz. Dünyanın efendiliğine soyunan gücün, simgesel olarak en kutsal mekanları Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a saldırıldığında yaşanan şaşkınlık ile Katrina tayfununun zihinlerdeki “Amerikan rüyası” üzerinde yarattığı tahribatı bir düşünün. “Gidilecek” bir yerin yokluğu, katıksız bir güvensizlik duygusu… Birincisinde ABD’nin şahsiyetinde vücut bulan iktisadî ve askerî bir güvensizlik; ikincisinde “en ileri” neoliberal politikaların uygulandığı ABD’de su yüzüne çıkan geç kapitalizmin sosyal güvensizliği, bireyi ve toplumsal yaşamı kuşatmaktadır. Ve bu “kuşatma” aşılamazsa, birey güvensizliğin dehlizinde herkesi ve doğayı “düşman” sayacak, gündelik hayatında “önleyici savaş” doktrinleri geliştirerek yok olacaktır.
Her halükârda Katrina-11 etkisiyle yaşananlar, birbirimizle ve doğanın geri kalanıyla kurduğumuz ilişkinin ve kapitalizmin, yaşamı iktisaden, toplumsal ve ekolojik olarak sürdürülemez kıldığının açık bir ifadesi değil midir. Öyleyse “başka bir dünya mümkün, hatta zorunlu!” diyenlere daha ne kadar kulaklarımızı tıkayacağız?
*Bu yazı Birgün Gazetesi’nde yayımlanmıştır.(07.10.2005)