Endüstriyel gıdanın yetişme boyutunda kimyasallar; sosyal boyutunda ise tarım işçilerinin ağır çalışma koşulları, sosyal hakları, sendikasız mevsimlik tarım işçileri, çocuk işçiler, onların yaşam koşulları gibi adaletsiz üretim ilişkiler ağı gibi konular var. ‘Ne Yersen Osun’ konusuna sadece gıdaların içindeki zehirler değil; adaletsiz üretim ağları içinden yükselen ‘ahhh’ lar da dahil…
Ülkelere göre değişse de farklı tarımın sera emisyonlarına katkısı genel olarak %14 civarındadır. Bu orana toprağın nasıl kullanıldığı ve tarımsal atıkların nasıl proses edildiği dahildir. Dolayısıyla küresel iklim değişimine karşı alınacak önlemlerin başında toprak iyileştirmesi gelmelidir. Çünkü bu durum, aynı zamanda gıdalarımızı doğayla uyumlu yöntemlerle yetiştirmeye teşvik edecektir. Bu nedenle Fransız Hükümeti, 2015 yılında yapılan Paris iklim zirvesinden sonra çiftçinin toprakta organik madde artışını her yıl %3 artırmasını teşvik etmeye başladı.
Hipokrat, “Yiyecekler ilacınız, ilacınız yiyecekleriniz olsun” demiş. Sağlıklı gıda şifa özelliğini bünyesinde taşır. Başka bir deyişle gıdalardan şifa beklemek en temel hakkımız. Ancak gıdanın şifalı olup olmaması; hangi tür toprakta nasıl yetiştirildiği, işlendiğiyle çok ilgili… Yediklerimiz sadece vücudumuzu etkilemiyor; evrim süreciyle gelecek kuşaklara dahi etki edecek bir durumdan söz ediyoruz. Bu yüzden gıda zincirinde en önemli basamak olan toprağı konuşmadan sağlıklı gıdadan söz etmemiz imkansız.
“Ne Yersen Osun”
Endüstriyel kapitalist sistemde, gıdanın tohumdan sofraya olan yolculuğu; toprağa ekilme, büyütülme, hasat edilme, saklama, paketleme ve servis edilme aşamasında birçok zehirli kimyasalla temas etme demek… Bir önceki yazımızda bu kimyasallların etkisini dile getirmiştik. Yolculuğun yetişme boyutunda kimyasallar var; sosyal boyutunda ise tarım işçilerinin çalışma koşulları sosyal hakları, sendikasız mevsimlik tarım işçileri, çocuk işçiler, onların yaşam koşulları gibi adaletsiz üretim ilişkileri ağı gibi konular var. Kısacası ‘hangi topraktan ne yersen o’sun konusuna sadece bünyemize aldığımız gıdalardaki zehirler değil; adaletsiz üretim ağlarından yükselen ‘ahhh’lar da dahildir.
Endüstriyel tarım sisteminde toprağın hava ve su döngüsünün bir parçası olduğunu gözlemleyebilecek çok imkan var. Tarımda kullanılan zehirler, yağmurla nehir ve göllere oradan okyanuslara taşınıyor. Sadece oradaki ekosistemin zarar görmesi değil aynı zamanda toprağın tuzlanmasına da yol açıyor. Örneğin Avustralya’nın güneyinde bir dizi nehir, tarım ve madencilik nedeniyle can çekişme sınırında bulunuyor. Dünyanın sekizinci harikası olan Great Barrier Rief’deki mercanların rengi değişti, yok olmakla karşı karşıya.
Okyanustaki tuzlanma, yeraltı sularıyla toprakta da tuzlanmaya yol açmış durumda. Hatta bu tuzlanma seviyesi konut ve iş yeri gibi fiziki yapıları dahi etkilemeye başladı. Tuzlanmanın üçüncü, dördüncü katlara kadar çıktığını ve binaların oturulamaz hale geldiğini 10 yıl önce görmüştüm. Durum bugün muhtemelen daha vahim boyuttadır.
Toprağın iyileştirme yöntemlerinden ilki; biyolojik atıkların aerobik ya da anerobik (oksijenli ya da oksiyensiz) ortamlarda doğal gübreye dönüştürülmesi; diğeri ise, özellikle kumlu topraklara şifa olan biyolojik atıkların biyokömüre dönüştürülmesidir… Bu yöntemlere, iklim değişimine dost yöntemlerden biri olarak, tarım yaparken havaya karbon salmak yerine karbonu toprağa gömme bir başka deyişle karbon çiftçiliği diyoruz. Toprağa olabildiğince minimum müdahale etmek önemli. Permakültür ve agroekolojik yöntemler dahil tüm alternatif yöntemlerde nihai hedef, doğal tarıma geçmek olmalıdır. Çok yıllı bitkilerle, tek yıllıkları destekleyerek ve toprağı sürmeden yapılacak tarıma doğal tarım diyoruz. Kısacası iklim değişiminde tarımsal yöntemlerde sera gazı azaltmanın en önemli yolu doğal tarımdır. Tarım biyaloğu Manasobu Fukuoka’nun Japonya’nın güneyinde geliştirdiği tohum topları yoluyla yapılan doğal tarım yöntemleri Türkiye’de de kullanılmaya başlandı.
Küçük Aile Çiftliklerinin Önemi…
FAO verilerine göre dünyanın 2/3’ününü küçük aile çiftlikleri besliyor. Bu da 10 bin metre kareye karşılık geliyor. (2.5 acre) Washington Üniversitesi toprak bilim insanı David Montgomery Bir Devrimi Büyütmek: Toprağımızı Yaşama Geri Döndürmek isimli kitabında; küçük aile çiftliklerinde, endüstriyel büyük çiftliklere göre iki kat daha fazla ürün elde edildiğinden söz ediyor. Mongromery; Afrika, Latin Amerika dahil dünyadaki küçük çiftliklerde edindiği gözlemlere dayanarak özellikle toprağı sürmeyen ve ürün rotasyonuna dikkat eden çiftçilerin, tarım ilacı kullanmadıkları için hem giderlerini düşürdüklerini hem de konvansiyonel tarım yapanlardan dört kat fazla ürün elde edebildiklerini belirtiyor. Elbette doğal tarım yöntemiyle toprağın iyileşmesi flora ve faunadaki biyoçeşitliliği de artırıyor.
Bugün tüm dünyada endüstriyel tarımda çalışan mevsimlik göçmen işçilerin durumu içler acısı… Kaliforniya’daki Meksikalı mevsimlik işçi için de durum böyledir; Eskişehir’de pancar üretiminde çalışan Suriyeli göçmenler için de. Sahada yaptığımız gözlemler ve yapılan araştırmalar bu durumu tüm ağırlığıyla gözler önüne seriyor. O yüzden sağlıklı bir toprak için; tohumdan sofraya tüm gıda sisteminin demokratikleştirilmesi gerekiyor. Toprağı gözeten bir tarım ve gıda sistemi için geleneksel tarım yöntemleri ve kadim bilgilere dönmek yetmiyor aynı zamanda sosyal ilişkilere de kafa yormak elzem. Kapitalist küreselleşmeye karşı ayakta durmaya çalışanların kurdukları ağlara desteklerin yanı sıra kooperatif sistemi de önemli bir çözüm olabilir. Tüm canlıların yaşam hakkını gözeten bir sistem kurmak; toprağı iyileştirmek, ürünü paylaşmak ve pazarlamak için örgütlenme gerekli. Sadece ürün ve gıdaya erişim için değil; sağlıklı toprağın nasıl oluşturulacağı, büyütüleceği konusundaki bilgi ve becerilerin paylaşılması için de bu tip örgütlenmelere ihtiyaç var.
Yineleyecek olursak; sağlıklı ürünün ancak sağlıklı bir toprakta yetiştiğini hep göz önünde bulundurmalıyız. Ve tükettiğimiz gıdanın tohumdan sofraya olan yolculuğunda sorumluluk sahibi olduğumuzu unutmamalıyız. Bunun için toplum destekli tarım yapan gıda topluluklarının parçası olmak, kent bahçeleri yaratmak, belediyelerden bunun için kamusal alan talep etmek, balkon ve çatı bahçelerinde evladiyelik tohum yetiştirmek, (atalık tohum patriarkayı çağrıştırdığı için bu terimi kullanıyorum) yetiştirdiklerimizin bilgisini paylaşmak ve dayanışmak için kooperatifler kurmak yapabileceğimiz başlıca konular olarak önümüzde duruyor.
* 12.12.2019 Sivil Sayfalar