Pandemi nedeniyle yakın gelecekte hükümetlerin ve toplumların alacağı kararlar geleceğimizi belirleyecek. Bu, yalnızca düşük karbonlu yaşamlar yaratmaktan daha öte bir şey olmalı: Sosyal adaletin her alanına ışık tutabilecek türden…

Yıllardır ekoloji ve toplumun işleyişine kafa yoran biri olarak ben de “insan doğanın parçası olmayı bilmezse doğa ne yapacağını bilir” diyenlerdenim. Son zamanlarda daha da sıklaşarak doğanın kendi iç döngüleriyle yarattığı dinamikler, insanın doğa üzerindeki egemenliğine büyük ya da küçük ölçekte ‘dur’ diyor. İklim krizi nedeniyle ekstrem kuraklık, sel felaketi vb olaylar kitlesel zorunlu iklim göçlerine neden olmaya başladı. Ancak koronavirüs pandemisi şimdi bize küresel ölçekte başka şeyler söylüyor.

17’nci yüzyıl ortalarında başlayan Endüstri Devrimi’nden bu yana katlanarak artan masif üretim, doğaya kaynak deposu olarak bakan kapitalizmi doğurdu. Ancak kapitalizm kendini çevreci kılmaya çalışsa da ne yapacağını bilemez durumda. İklim krizi kapitalist tüketim kültürünün insan merkezli pratikleri, Antroposen jeolojik çağını dayattı. Bunun nedenlerine önceki yazılarımda değinmiştim. Bazı düşünürler salgın hastalıkların nedeni olarak insan etkinlikleri, dolayısıyla ekosistemde insan dışı canlıların doğal yaşam alanlarının yok edilmesini göstermekte.

Pandemi atakları…

Hayvanlardan bulaşan sars, mers ve corona gibi hastalıklara dikkat çeken David Quammen (Spillover: Animal Infections and the Next Pandemic kitabının yazarı) New York Times’de çıkan yazısında “Koronovirüsü biz yarattık” diyor ve yakın gelecekte bir dizi daha pandemiyle daha yüz yüze gelebileceğimizi vurguluyor. Yapılaşma, et endüstrisi nedeniyle hayvanlara otlak açma, endüstrileşme, meraların yok edilmesi vb. yalnızca karbon yutaklarını yok etmekle kalmadı. Aynı zamanda ekosistemin bütünlüğü açısından diğer canlıların yaşam ortamları yani habitatları da yok ediliyor. Bu da küresel ölçekte bazen keneden geçen lyme hastalığı, bazen da nedenini bilmediğimiz bir dizi başka salgınlara yol açabiliyor.

“Küresel düşün yerel hareket” deyişi hala geçerli olmasına rağmen koronavirüse çözüm gibi konularda yerel çözümlerin halen uygulanmıyor olması düşündürücü… Bu durumda her ne olursa olsun aynı gökyüzü altında evrensel ve dayanışmacı çözümlerden yana olmak durumundayız. Bu pandemi nedeniyle yakın gelecekte hükümetlerin ve toplumların alacağı kararlar geleceğimizi belirleyecek. Elbette sorumlu yurttaş olarak bizim de yapacaklarımız var: Yurttaş inisiyatifleri kanalıyla alınacak kararlarda etkin olmak. Bugünden başlayan bir gidişatla yalnızca sağlık sistemimiz değil, ekolojik sistemler, ekonomi ve politika dahi buna göre belirlenecek. Hatta gelecekte nasıl üretip tüketeceğimiz buna bağlı olacak. Yeni ama nasıl bir yeni kültürün nasıl şekilleneceği ise büyük bir soru işareti.

 

Bu virüsleri kim yarattı?

Bir sürü konspirasyon teorilerini bir yana bırakırsak burada önemli bir tespiti düşünmek durumundayız. Endüstriyelleşmenin evriminde bu virüsler insan etkileriyle mi yaratıldı? Evet? Her insanın bunda aynı oranda mı payı var? Kocaman bir Hayır! Hatta bazı insanların bilinçli ya da bilinçsiz bunda hiç payı olmadığını söyleyebilirim: Ömrünü doğa korumaya adayanlarla küresel Güney’in fakir insanları… Oysa iklim krizinden de salgın hastalıklardan da en fazla etkilenen onlar. Hatta şu an salgının en yüksek görüldüğü Amerika’da dahi sağlık sigortası olmadığı için sokaklarda ya da evlerinde ölen binlerce kişi söz konusu. Kısacası küresel kuzeydeki insanları da aynı kefeye koymak zor.

Kapitalist dünyada diğer canlıların yaşam alanlarını gözetmeksizin göllere, nehirlere, meralara, sulak alanlara meta/kaynak gözüyle bakanlar, dünya nüfusunun yalnızca onda biri. Demek ki bilinçli ya da bilinçsiz (ekonomik koşulları elvermediği için) bu tahribatta herkesin payı farklı durumda. 7 Eylül 2011’de New York odaklı gelişip dünyanın her yerine yayılan ‘işgal et’ hareketi bunu çok iyi ortaya koydu. “Onlar %1, biz %99’uz” şiarı adeta belleklerimize kazınmıştı. Umut ediyorum ki bu koronavirüs döneminde de benzeri bir hareket yükselir.

Felaket tellallığı yerine gerçeğe işaret etmek 

Doğa insansız da yaşar mı? Evet! İnsansız doğayı birincil doğa, insanın doğayla etkileşimde olduğu doğayı ise ikincil doğa olarak düşünürsek insanın doğa üzerindeki tahakkümünün Antroposen öncesine dayandığını görmek zor değil. Mers, kuş gribi gibi hastalıkların hepsinin yaban hayvanlarının doğal habitatlarını yok etme sonucu olduğu doğrudur. Ancak aynı oranda doğru olan bir şey daha vardır. O da doğanın pasif bir özne olmadığı gerçeği… Onun kendi iç dinamiklerinden yukarıda söz etmiştik. Evrimsel gerçeklik açısından doğanın diyalektiğini de göz önünde bulundurmalıyız. İnsanın doğayla kurduğu sorumsuz iletişim gereği doğa bazen volkan, bazen sel felaketi yaratıp insanları silkeleyip atabiliyor. Kendi evrimi doğrultusunda yol alıyor.  Ağaç ve bitki köklerinin dahi birbiriyle karşılıklı besin alışverişi vardır. Demek ki doğadan karşılıklı dayanışmayı ve ilişkilemeyi bütünlüklü olarak öğrenebiliriz. Kısacası bu süreçte insanı, aklını ve etik değerleri kullanma yoluna davet etmeliyiz.

Endüstriyel kapitalizm çarkı 18’nci yüzyılda kömürün yer altından çıkarılıp buhar makinelerine konmasıyla başladı. Her insanın ürettiğinin dört katını tükettiği (hatta hiç üretmeden spekülasyonla para kazandığı) dikkate alınırsa doğa buna ne kadar dayanabilir? Yerine hiçbir şey koymadan daima doğadan alan (hatta gelecek kuşakların hakkından çalan) anlayışa karşı elbette bir öfke oluşacaktır. Küresel emperyalizmin doğa üzerindeki despotizminde eğer insanlı doğada üretim ve tüketim ilişkilerine kafa yormazsak, gelecekte oluşabilecek despot rejimlere şimdiden prim vermiş oluyoruz. Algoritma çağında dünya despotizme de gidebilir öngörüleri bulunuyor.

 

 

İnsanın Potansiyeli

Ben insan doğasının rekabetçi olduğuna ya da Sosyal Darwinist görüşe değil, insanın dayanışmacı, yardımlaşmacı ve iyiyi yayma potansiyeline inanıyorum. Koronavirüsü tüm insanların hepsine ceza kesecek şekilde, insanı yeryüzünde bir ur olarak görürsek neoliberalizmi desteklemeye hizmet ederiz. Daima insanın iyi potansiyeli olduğunu ve onu ortaya çıkarmaktan yana olmak daha iyi değil mi?
Ürettiklerimiz (düşünce/eylem) ve tükettiklerimizle (insan ilişkileri/nesnel tüketim) artık geleceğimizi ne şekilde biçimlendireceğimizim önemli olduğunu bir kez daha vurgulayalım. Örneğin bir şey satın almadan önce ‘gerçekten ihtiyacın var mı’ diye düşünmek, sonra o ihtiyacını pazar ekonomisine dokunmadan nasıl giderebileceğini düşünmek; bir başka deyişle ‘dikkatle al’ anlayışı şimdi koronavirüs döneminde belki zorunluluktan hayata geçecek. Bu alışkınlığı yaşamımız boyunca sürdürürsek, doğal yaşam alanlarının restore edilmesinde ne kadar yol kat edebileceğimizi hayal edin. Ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte, artık ekonomik büyümeye değil gerçekten canlı yaşamını ve refahını bütünsel olarak sürdürmeye odaklanmalıyız!
Şimdi farklı üretme, farklı tüketme ve farklı düşünme zamanı! Bu durum yalnızca düşük karbonlu yaşamlar yaratmaktan daha öte bir şey olmalı… Sosyal adaletin her alanına ışık tutabilecek türden… Yoksa insanları karantina anlayışıyla dört duvar arasına hapsederek nehirler bu kadar temiz görünmeye başladı, betonlar arasında dahi gelincikler görünüyor fotoğrafları gerçek tabloyu yansıtmıyor. Sığınmacıları, düşünce özgürlüğü tutsaklarını, yaşlıları, engellileri, yeterli besin alamadığı ve sağlık sigortası olmadığı için hastalıklara dirençsiz olanları, temiz suya ulaşamadığı için zaten salgın hastalıklarla boğuşanları ya da ormansızlaştırma ve kuraklık nedeniyle bir kucak odun ve bir teneke su bulmak için uzaktan gelirken cinsel şiddete maruz bırakılan kadınları (eril gücün hazlarına neden hakim olamadığı ve nereden beslendiği) düşünme zamanı. Hatta düşüncemizin merkezine oturtma zamanı değil mi? Yoksa insansız bir doğa düşünmek ancak despotizme hatta ekofaşizme giden bir yol açabilir.
İnsanlığın ve doğanın iyileşmesi adına karantina günlerinde bunu düşünürken, 1919’da İspanyol gribi salgın döneminde Kitty O’Meara tarafından yazılan şiirinin bir parçasını anımsayarak sonlayalım:

ve insanlar evlerinde kaldılar,
kitap okudular, dinlediler ve dinlendiler,
egzersiz yaptılar, sanat yaptılar ve oyun oynadılar,
ve yeni bir yaşam biçimini öğrendiler,

insanların düşünceleri değişti,
iyileştiler.
https://yesilgazete.org/blog/etiket/emet-degirmenci/, 11/04/2020