Bir süredir liberal sol yazarlar Kürt sorununun çözümü ve AKP bağlamında farklı yaklaşımlar ortaya koyarak tartışıyorlar. Bir argüman Kürt özgürlük hareketinin çözüm için "derin devlet"le uzlaşmaya çalıştığı, AKP'yi düşman ilan ettiği şeklinde. Bir diğeri ise silahlı ve barış yanlısı iki PKK olduğu ve buna dayalı argümanlar.

Bu tartışmayı izlerken liberal düşüncenin devlet ve demokrasi kavramlarını nasıl ele aldığını gözönüne almadan argümanları anlamak biraz zor. Çünkü yazarlar Marksist kökenli olsa da liberal düşüncelerden büyük ölçüde etkilenmiş bir konumdalar.

Liberal düşünce tarzı toplumun doğrudan katılıma dayanan etkin bir örgütlenmeye gerek olmadan yalnızca yönlendirici işlevi olan belirli kurumlar aracılığıyla kendi kendisini yönetebileceği varsayımına dayanır. Bu anlamda temsili demokrasiyi mutlaklaştırır, devletin siyasi iktidar anlamında minimize edilebileceğini varsayar. Bu bir anlamda burjuva demokratik devrimlerle, geçmişteki mutlak devlet egemenliğinin yerine halkın katılımıyla kararların alındığı bir siyasal sisteme geçildiği varsayımıdır.

Bu liberal devlet anlayışının ekonomik liberalizme uzanan köklerine inip konuyu dağıtmak istemiyorum. Zaten bu anlayışı benimsemek için kimse ekonomik liberalizmi de benimsemek durumunda değil. Öte yanda devleti yalnız sınıfsal bir bakış açısıyla ele alan kaba materyalist yaklaşımlara da katılmadığımı belirtmeliyim. Aksine devleti, daha devlet ortaya çıkmadan önceki tahakküm sistemlerini de gözönüne alan geniş bir perspektifle ele almaktan yanayım.

Böyle geniş bir açıyla baktığımızda devletin burjuva olarak nitelediğimiz liberal devrimlerle temel niteliklerinin özünde değişmediğini, yalnızca egemen sınıfların ideolojik hakimiyet araçlarının çeşitlendiği ve temsili demokrasinin de ancak bu bağlamda işlev gördüğü ortadadır. Hakim sınıfların egemenliği ne zaman tehdit altında kalsa devlet ordu ya da başka kurumları aracılığıyla hükümetleri alaşağı etmekte ve insiyatifi ele almaktadır. Zaten hükümetler halka gerçek iktidar imiş gibi gösterilse de siyasal kararlar çoğu zaman devlet bürokrasisi tarafından hükümete dikte edilir ya da yönlendirme yapılır. Hükümet ancak ekonominin yönlendirilmesi gibi belirli alanlarda belirleyici konumdadır.

Liberal düşünce bu gerçeği kabullenmez, temsili demokrasinin güçlendirilmesiyle devlet bürokrasisinin siyasal gücünün en aza indirilebileceğini varsayar, böyle bir ideali yükseltmeye çalışır. Üstelik bunun halkın doğrudan aktif örgütlenmesine dayanmadan, oy gücüyle ve zaman zaman meydanlara çıkmakla gerçekleşebileceğini savunur. Olaylara böyle bakınca halkın köylerde, mahallelerde doğrudan meclisler oluşturmasını ve kendi politik kararlarını almasını desteklemek anlamlı değildir. Hatta bir siyasal hareketin bunu desteklemesi 'iyi niyet'le bağdaşmaz. Bunlar o hareketin oralarda etkin olup diğer siyasal hareketlere karşı baskı oluşturmasının aracı olarak görülür. Bu çelişki 1789-1793 yıllarında Büyük Fransız devrimi sırasında Paris seksiyonlarında örgütlenen Paris halkı ile Versay'da toplanan Ulusal Meclis arasında yaşanmıştır ve farklı şekillerde günümüzde de yaşanmaktadır.

Özünde bu halkın kendi kendisini yönetmesine karşı inançsızlıktır. 'Baldırıçıplaklar' kendi aralarında toplanıp siyasal kararlar alırlarsa siyasetin hali ne olur, değil mi ama? Günümüzde bu seçkinci yaklaşım halkın doğrudan örgütlenerek üstlenebilecekleri bazı işlevleri sivil toplum örgütlerinin işlevi olarak görür. Sivil toplum örgütlerinin kimler tarafından finanse edildiğini ve yönlendirildiğini gözönüne almadan bir çok toplumsal sorunun bu kurumlar aracılığıyla çözülebileceğini savunur.

Konuya dönersek böyle bir liberal bakışla Kürt özgürlük hareketinin AKP'yi rakip olarak görmesi ve sorunu devletle çözmeya çalışması çok anlaşılır bir şey değildir. Çünkü devletin minimize edilmesi hedefiyle uyumlu değildir. Oysa Türkiye'deki gerçeklikler zaten AKP'nin çözümün doğrudan öznesi olmasına izin vermiyor. AKP bu konuda ancak devletin izin verdiği ölçüde özne olabiliyor.

Burada devlet deyince homojen bir yapıdan söz etmediğimizi vurgulamakta yarar var. Bunun içinde Ergenekondan çok daha geniş bir derin devlet olduğu gibi, ordu, MİT ve diğer kurumlardan söz ediyoruz. Ne yazık ki Türkiye'de bu kurumlar çok güçlü refleksleri olan yapılara sahipler. AKP her ne kadar derin devletin bir bölümünü tasfiye ettiyse de bunu diğer devlet kurumlarıyla bir uzlaşma sağlayarak yaptı. Bu süreç içinde de AKP liderliği, devleti ve bir siyasal parti olarak devletle birlikte nasıl çalışabileceğini daha iyi öğrendi. Sonuçta da mevcut siyasal yapıda kendisine düşen işlevleri gayet iyi anlamış durumda. Bunun ötesine ancak devletin izin verdiği ölçüde geçebileceğini öğrenmiş durumda. Devleti ikna etmeden onu değiştiremeyeceğini kavramış durumda. Devletin ona verdiği işlevlerden biri de milliyetçiliği yükseltmek ya da yukarıda tutmak.

Sanıyorum Kürt özgürlük hareketi de bu nesnel durumun farkında ve bir yandan derin devlete yönelik tasfiyeleri desteklerken, çözüm için asıl muhatap olarak devletle görüşüp, onunla çözüm bulmaya çalışıyor. Umarım seçimlerden sonra devletin sorunun çözümü konusunda ne kadar esneyebileceğini göreceğiz. Ancak AKP'nin çözüm konusunda devletin izin verdiği ölçüde insiyatif alacağını da peşinen kabul etmek gerek.

Öte yanda iki PKK argümanına bakarsak, yapılan açılımları uzaktan izleyen birisi olarak dahi günümüzde değil iki, üç, dört belki daha da fazla PKK olduğunu söyleyebiliriz. Bu 2000'li yılların başlarında benimsedikleri konfederatif örgütlenme modelinin doğal sonucu. Eski tek merkezli hiyerarşik örgütlenme, yerini farklı alanlara yoğunlaşan farklı örgütlenmelere bırakmış durumda. Bunların arasındaki yaklaşım farklılıkları BDP'ye ve diğer Kürt örgütlerinin liderlerine de yansıyor. Bunları bazen basında da izleyebiliyoruz. Kimileri arka planda hala milliyetçi düşünceleri koruyor, bağımsız devlet olmasa da federe devlet fikrini yükseltmek istiyor. Ancak devletçi olmayan, devlete dayalı olmayan çözüm perspektifinin ağırlık kazandığı da ortada. Ne yazık ki halkın doğrudan politik örgütlenmesine dayanan bu perspektif liberal bakış açısıyla kolayca anlaşılabilir bir konum değil. Siyasal reformlarla devletli bir çözümü hedeflemek varken neden devletle karşı karşıya kalabilecek bir örgütlenmeye yönelmek seçilsin? Üstelik devletin bu tür girişimlere tepkisinin binlerce insanı gözaltına almak, yüzlercesini tutuklamak olduğunu göre göre?

Bu tartışma yukarda da belirttiğim gibi Büyük Fransız devriminden bu yana devam eden bir tartışma. Daha önceki yazılarımda da açıkladığım gibi günümüzde de halkın doğrudan demokratik örgütlenmesi siyasal sorunların çözümü için başarıyı sağlayabilecek en önemli araçtır. Kürt sorununda da halkın doğrudan örgütlülüğüne dayanan gücü zorlayıcı ve belki de belirleyici olacaktır. Türkiye'deki diğer sol örgütler BDP'yle seçim bloğu oluşturarak halkın örgütlülüğüne dayanan çözümü desteklemektedirler. Blok adaylarının içinde farklı siyasal yaklaşımlar olabilir, buna karşın tümü bu bakış açısıyla desteklenmelidir.

Bu yazı 1/6/2011 tarihinde kuyerel.org’da yayınlandı