GIDA EGEMENLİĞİ İÇİN ORTAK MÜCADELEMİZİN 25. YILINDA LA VİA CAMPESİNA’DAN RESMİ AÇIKLAMA
Gıda Egemenliği bir yaşam felsefesidir.
Ortak geleceğimiz için bir tahayyül sunar; Doğa Ana ile bir arada var olup günlük yaşamımızı etrafında düzenlediğimiz ilkeleri tanımlar. Yaşamın ve etrafımızdaki tüm çeşitliliğin kutlanmasıdır. Başımızın üstündeki gökyüzü, ayaklarımızın altındaki toprak, soluduğumuz hava, ormanlar, dağlar, vadiler, çiftlikler, okyanuslar, nehirler ve göletlerden oluşan evrenimizin her öğesini kucaklar. Bu evi bizimle paylaşan sekiz milyon tür arasındaki karşılıklı bağımlılığı tanır ve korur.
Bu kolektif bilgeliği, tarım toplumuna dönüştüğümüz dönem olan 10 bin yıl boyunca toprağı süren ve sularda bata çıka yürüyen bizden önceki nesillerden miras aldık. Gıda egemenliği adaleti, eşitliği, haysiyeti, kardeşliği ve dayanışmayı teşvik eder. Gıda egemenliği aynı zamanda sayısız nesle yayılan, her biri kendi nesline yeni bir şeyler öğreten, doğayla uyumlu bir biçimde yeni yöntem ve teknikler icat eden, yaşanmış gerçeklikler aracılığıyla inşa edilmiş bir yaşam bilimidir.
Bu zengin mirasın sahipleri olarak, onu savunmak ve korumak hepimizin ortak sorumluluğudur.
Çatışmaların, aniden yükselen açlığın, küresel ısınmanın ve aşırı yoksulluğun özellikle 90’ların sonlarında göz ardı edilemeyecek kadar görünür olması üzerine, La Via Campesina (LVC) olarak bunu kendi görevimiz olarak gördük ve gıda egemenliği paradigmasını uluslararası politik alana taşıdık. LVC, dünyaya bu yaşam felsefesinin ortak yaşam ilkelerimize rehberlik etmesi gerektiğini hatırlattı.
80’ler ve 90’lar, insanlık tarihinde daha önce hiç görülmemiş bir hızda, kontrolsüz bir kapitalist genişleme dönemiydi. Şehirler genişliyor; bedeli ödenmemiş, ucuz ve düşük ücretli emeğin sırtında büyüyordu. Kırsal alan unutulmaya itiliyordu. Kırsal topluluklar ve kırsal yaşam biçimleri herkesi bir şeylerin mutlak tüketicisi ve kâr amaçlı bir sömürü nesnesi haline getirmek isteyen yeni bir ideoloji tarafından örtbas edildi. Popüler kültür ve bilinç, insanları “daha fazla satın almaya” teşvik eden ışıltılı reklamların büyüsü altındaydı. Köylüler ve diğer küçük ölçekli gıda üreticileri dahil olmak üzere kırsal alanlarda, kıyılarda ve şehirlerdeki çalışan sınıfının oluşturduğu üretenler görünmez kalırken, amaçsızca dolaşarak tüketmeye gücü yetenler ön plana çıktı. Kenara itilen köylü, işçi ve dünya çapındaki yerli topluluklar; kapitalist dünya düzeninin savunucuları tarafından yayılan bu küreselleştirici, serbest piyasa ideolojisine organize ve uluslararası bir yanıtın acilen verilmesi gerektiğini fark ettiler. Gıda egemenliği bu ortak tepkinin ifade şekillerinden biri oldu.
1996 Dünya Gıda Zirvesi’nde küresel gıda sistemlerimizi nasıl organize ettiğimizle ilgili bir tartışmada La Via Campesina, gıda ve tarımla ilgili politikaların oluşturulmasında küçük ölçekli gıda üreticilerinin önemine, nesillerce biriken bilgeliğin, kırsal ve kentsel toplulukların özerklik ve çeşitliliği ile halklar arasındaki dayanışmanın temel bileşenler olduğu konusunda diretmek için gıda egemenliği terimini ortaya attı.
Takip eden on yılda, toplumsal hareketler ve sivil toplum aktörleri, bunu “halkların ekolojik ve sürdürülebilir yöntemlerle üretilen sağlıklı ve kültürel açıdan uygun gıdaya sahip olma hakkı ve gıda ile tarım sistemlerini kendilerinin belirleme hakkı” olarak tanımlamak için birlikte çalıştılar. Gıda egemenliği, “gıda sistemleri ve politikalarının merkezine piyasaların ve şirketlerin taleplerinden ziyade gıda üreten, dağıtan ve tüketenlerin istek ve ihtiyaçlarını” koyar.
Gıda egemenliğinin kolektif bir hak olarak tanıtılması, dünyanın yoksulluk ve açlığı anlama şeklini değiştirdi.
Gıda egemenliğine kadar, özellikle de 21. yüzyılın ilk yıllarında, yetersiz bir “gıda güvenliği” fikri, yönetişim ve politika oluşturma çevrelerinde egemen oldu. Özünde iyi niyetli bir fikir olan gıda güvenliği açlık çekenlere bir merhamet nesnesi muamelesi yaparak, onları başka yerlerde üretilen gıdaların pasif tüketicilerine indirgemeyi göze aldı. Gıdayı temel bir insan hakkı olarak kabul ederken, gıda üretimi için tarafsız şartları savunmadı. Gıdayı kim, kimin için, nasıl, nerede, niçin üretir? Bu soruların hiçbiri yoktu ve odak noktası yalnızca ve tamamen “insanları beslemek” idi. İnsanların gıda güvenliğine yapılan bu aleni vurgu, endüstriyel gıda üretiminin ve göçmen işçilerin alın teri ile emeğine dayanan fabrika çiftçiliğinin tehlikeli sonuçlarını görmezden geldi.
Öte yandan Gıda Egemenliği radikal bir gözden geçirme olanağı sağlamaktadır. Yoksulluk ve açlığa karşı mücadelede başlıca aktörlerin insanlar ve yerel topluluklar olduğunun farkındadır. Yerel toplulukların güçlenmesi konusunda ısrar eder ve üretim fazlasının ticaretini yapmadan önce, onların üretme ve tüketme haklarını savunur. Yerel kaynakların kullanımında özerklik ve tarafsız koşullar talep eder ve tarım reformu ile toprakların kolektif mülkiyeti için çağrıda bulunur. Köylü topluluklarının tohum kullanma, saklama ve takas etme hakkını savunur. İnsanların sağlıklı ve besleyici gıda yeme hakkını destekler. Her topluluğun iklimsel ve kültürel farklılığına saygı duyarak agroekolojik üretim döngülerini teşvik eder. Sosyal barış ve adalet, toplumsal cinsiyet eşitliği ve dayanışma ekonomileri gıda egemenliğini gerçekleştirmenin temel ön koşullarıdır. Gıda Egemenliği, rekabet ve zorlamaya karşı iş birliği ve anlayışa dayalı bir uluslararası ticaret düzeni çağrısında bulunur. Kast, sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyet gibi her türlü ayrımcılığı reddeden ve insanları patriarka ve dar görüşlülükle savaşmaya çağıran bir toplum talebinde bulunur. Bir ağaç ancak kökleri kadar güçlüdür. 90’larda başlayan tartışmalardan dan sonra 2007’de Mali’de yapılan Nyeleni Forumu’ndaki sosyal hareketler tarafından tanımlanan gıda egemenliği, tam olarak bunu yapmayı amaçlıyor.
Bu yıl bu kolektif yapının 25. yılını kutluyoruz.
Dünya mükemmelliğin yakınında bile değil. Eşi benzeri görülmemiş eşitsizlik, artan açlık ve aşırı yoksulluğa rağmen kapitalizm ve serbest piyasa ideolojisi politik alana hükmetmeye devam ediyor. Daha da kötüsü, tarımın dijitalleşmesi kisvesi altında çiftçisiz çiftçilik, balıkçısız balıkçılıktan oluşan dijital bir gelecek tasavvur etmek ve yapay gıda için yeni pazarlar yaratmak için yeni girişimlerde bulunuluyor.
Tüm bu zorluklara karşın, artık La Via Campesina’dan çok daha kapsamlı olan ve birçok aktörden oluşan Gıda Egemenliği Hareketi önemli ilerlemeler kaydetti.
Ortak mücadelelerimiz sayesinde FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) gibi küresel yönetişim kurumları, uluslararası politika yapımında halkların gıda egemenliğine sahip olmasının ne kadar elzem olduğunu tanıdı. “BM Kırsal Alanlarda Çalışan Köylüler ve Diğer İnsanların Hakları Bildirgesi”, Madde 15.4’te, “Kırsal alanlarda çalışan köylüler ve diğer insanların kendi gıda ve tarım sistemlerini belirleme hakkına sahip oluşu birçok devlet ve bölge tarafından gıda egemenliği hakkı olarak tanınmaktadır. Bu, gıda ve tarım politikalarına ilişkin karar alma süreçlerine katılma ve onların kültürlerine saygılı, ekolojik ve sürdürülebilir yöntemlerle üretilen sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşma hakkını içerir.” ifadesiyle bu yeniden vurgulanmaktadır.
Bazı ülkeler gıda egemenliğine anayasal olarak tanınma statüsü de vermiştir. COVID-19 pandemisinin endüstriyel gıda zincirlerinde neden olduğu aksamalar, merkezi hükümetlere güçlü yerel ekonomiler yaratmanın önemini hatırlattı.
Topraklarımızda gıda egemenliğini sağlamada esas olan köylü agroekolojisi, küresel ısınmaya karşı mücadelemizde artık FAO tarafından asli olarak kabul ediliyor. Birleşmiş Milletler’in mevcut ve önceki özel raportörleri, küresel gıda sistemini küçük ölçekli gıda üreticileri lehine dönüştürebilecek basit ama güçlü bir fikir olarak gıda egemenliğini onayladılar. Toplumsal hareketler tarafından sürdürülen kampanya aynı zamanda agrotoksinler, diğer kimyasal girdiler ve GDO’lu tohumlar üreten şirketlere karşı birçok yasal zaferle sonuçlandı.
Yine de önümüzde pek çok engellerle dolu bir yol var.
Kapitalist dünya düzeninin destekçileri gıda egemenliğinin finansal çıkarlarını etkileyen bir fikir olduğunun farkındalar. Onlar gıdanın uzak fabrikalarda ucuz emek kullanılarak, toplu olarak üretilebildiği, monokültür ve homojen tatlardan oluşan bir dünyayı ekolojik, insani ve sosyal etkilerine aldırmadan tercih ediyorlar. Üretim artarken maliyetin düştüğü ölçek ekonomilerini, güçlü yerel ekonomilere yeğliyorlar. Daha dayanıklı bölgesel pazarlar (yerel köylü pazarları) ve yerel gıda üreticilerinin aktif katılımını gerektiren dayanışma ekonomileri yerine, küresel serbest piyasayı (spekülasyona ve kıyasıya rekabete dayalı) seçiyorlar. Onlar küçük ölçekli üreticilerin yerini endüstriyel ölçekli sözleşmeli çiftçiliğin alacağı toprak bankalarına sahip olmayı tercih ediyorlar. Onlar kısa vadeli verim için toprağımıza agrozehir zerk ederek, toprağın sağlığında neden oldukları geri dönüşü olmayan zararı görmezden geliyorlar. Kıyı toplulukları açlıktan ölürken, onların tekneleri yeniden okyanus ve nehirlerde ilerleyerek küresel pazar için balıkları avlayacak. Patentler ve tohum anlaşmaları yoluyla yerli köylü tohumlarını gasp etmeyi denemeye devam edecekler. Yaptıkları ticaret anlaşmaları, yine yerel ekonomilerimizi koruyan tarifeleri düşürmeyi hedefleyecek.
Çiftliklerini terk ederek şehirlerde ücretli çalışmayı seçen işsiz gençlerin göçü, onların düzenli bir ucuz işgücü temini bulma isteklerine mükemmel bir şekilde uyuyor. Merhametsizce “marjlar”a odaklanmaları, perakende süpermarketlerinde daha yüksek fiyatlarla alım satım yaparken üretici fiyatlarını düşürmek için her yolu bulacakları anlamına gelir. Sonuçta kaybedenler hem üreticiler hem de tüketiciler olmak üzere insanlardır. Direnenlere suçlu muamelesi yapılacak. Küresel finans seçkinlerinin otoriter hükümetlerle olan mutlu birlikteliği, insan hakları ihlallerini denetlemek ve durdurmak isteyen ulusal ve küresel en üst düzey kurumların bile gözlerini kaçıracağı anlamına gelir. Milyarderler, gıda sistemlerimizin bu şirket vizyonunu haklı çıkarmak için seri üretimle “araştırma raporları” ve “bilimsel dergiler” yayınlayan kuruluşları finanse etmek için hayırsever vakıfları kullanırdı. Toplumsal hareketlerin ve sivil toplum üyelerinin karar verici pozisyonlar kazanabilmek için yoğun bir şekilde mücadele yürüttüğü her küresel yönetişim alanı, sahneye “paydaş” olarak girecek olan dev holdinglere yer açacak. Gıda egemenliğini bilim dışı, ilkel, uygulanamaz ve idealist olarak savunan bizlerle alay etmek için her türlü girişimde bulunulacaktır. Bütün bunlar, son yirmi yılda olduğu gibi olacak.
Bunların hiçbiri bizim için yeni değil. Acımasız ve her şeyi yiyip bitiren kapitalist sistem tarafından toplumların çeperlerine mahkûm edilenlerin savaşmaktan başka çareleri yoktur. Direnmeli ve var olduğumuzu göstermeliyiz. Bu sadece bizim hayatta kalmamızla ilgili değil, aynı zamanda gelecek nesiller ve nesiller boyu aktarılan bir yaşam biçimiyle de ilgili. Gıda egemenliğimizi savunmamız insanlığın geleceği içindir.
Bu durum, ancak gıda ve tarımla ilgili herhangi bir yerel, ulusal veya küresel politika önerisinin gıda egemenliği ilkelerinden kurgulanması gerektiğinde ısrar edersek mümkündür. Dünya çapındaki hareketimizin genç köylüleri ve işçileri bu mücadeleye önderlik etmelidir. Sesimizi duyurmanın tek yolunun, sınır içi ve ötesinde birleşip yeni ittifaklar kurmak olduğunu kendimize hatırlatmalıyız. Kırsal ve kentsel toplumsal hareketler, sendikalar ve sivil toplum aktörleri, ilerici hükümetler, akademisyenler, bilim insanları ve teknoloji meraklıları geleceğimiz için bu vizyonu savunmak üzere bir araya gelmelidir. Köylü kadınlar ve diğer ezilen toplumsal cinsiyet azınlıkları, hareketimizin her düzeydeki liderliğinde eşit alan bulmalıdır. Topluluklarımıza dayanışma tohumları ekmeli ve kırsal toplumları bölen her türlü ayrımcılığı ele almalıyız.
Gıda egemenliği gelecek için bir manifesto, çeşitliliği kucaklayan feminist bir bakış açısı sunar. Bu, insanlığı birleştiren ve bizi besleyen ve büyüten Doğa Ana’nın hizmetine sunan bir fikirdir.
Onun bakış açısında, birlik halindeyiz.
Direnişi küreselleştir, umudu da küreselleştir.
#NoFutureWithoutFoodSovereignty
Via Campesina
Türkçe Çeviri Yerdeniz Kooperatifinden alınmıştır: http://yerdenizkooperatifi.org/index.php/2021/10/27/gida-egemenligi-gezegenimizin-gelecegi-icin-bir-manifesto-la-via-campesina/