Kapitalizm başlangıçta diğer ekonomik sistemlerle birlikte varoldu. Tarım ekonomisi farklı kurallarla yürürken, zanaatkarların yaptığı üretim ve ticaret, pazar ekonomisi içinde sermaye birikimi yarattı. 18. yüzyıldan başlayarak endüstriyel kapitalizm dediğimiz makinalaşmış, merkezi üretime dayalı kapitalizm egemen olmaya başladı. İkinci Dünya savaşından sonra geliştirilen teknolojiler ise daha önce düşünülemeyecek boyutta bir otomasyonu ve üretim patlamasını olanaklı kıldı.


1970’lerde yaşanan petrol krizi bu geliştirilen teknolojilerin yaşama geçirilmesini hızlandırdı ve 1980’ler üretimdeki artışa karşın sanayide çalışan işçi sayısının büyük ölçüde düştüğü yıllar oldu. Bu dönem aynı zamanda emek yoğun fabrikaların Üçüncü Dünya ülkelerine taşınma dönemiydi. Gerek otomasyondaki artış, gerek bu Üçüncü Dünya’ya taşınma üretim maliyetlerindeki oranlarda önemli değişimlere yol açtı. Daha önce makinalar, malzeme ve işçi maliyetleri yanında önemsiz kalan teknoloji maliyeti artık en önemli maliyet unsuru olmaya başladı. Üretimde bilgisayarların ve geçmişe göre çok daha karmaşık teknolojilerin kullanılmasının yanısıra, üretim organizasyonundaki değişiklikler de burada önemli rol oynadı. Ancak üretimin Üçüncü Dünya’ya taşınmasıyla sanayi ürünlerinin fiyatı düşerken teknolojinin ve buna bağlı hizmetlerin fiyatlarının sürekli olarak artırılması bir ölçüde fiyatları belirleyen gelişmiş ülkelerin bilinçli bir politikasıydı. Nitekim daha önce aynı pratik sanayi ürünlerinin fiyatı artarken, tarım ürünlerinin fiyatı düşürülerek yaşanmıştı.

Sonuçta sanayileşen Üçüncü Dünya ülkeleri üretim lisansları, bilgisayar yazılımları, satın aldıkları danışmanlık hizmetlerinin yüksek maliyetleri sonucunda hiç bir zaman daha önce sanayileşmiş ülkelerin seviyesini yakalayamadılar. Belki bundan daha önemlisi de kapitalizmin 1970’lerdeki bunalımı aşmanın bir yolu olarak, daha önce yaygın olarak girmediği alanlarda boy göstermesi oldu. Büyük alışveriş merkezleri ile küçük dükkanlar tasfiye oldu ya da mağaza zincirlerinin birer parçasına dönüştüler. Eğlence sektörü büyük tekellerin denetimi altına girdi. Lokanta sektöründe dahi McDonalds, KFC gibi zincirler ağırlık kazandı. Dev medya tekelleri konuştuğumuz dili belirlemeye başladı. Sinema, TV yoluyla özellikle ABD, diğer ülkelerin kültürünü ortadan kaldırmaya başladı. Şimdilerde genetiği değiştirilmiş tohumlar yoluyla tarımda da ekolojik kültür emperyalizmi uygulanmaya çalışılıyor.

Bu değişimlerle kapitalizm yeni bir yüz kazanıyor ki, buna bilgisel kapitalizm diyoruz. Sistemin özü aynı olmakla birlikte, esas farklılık en büyük karın sanayi üretiminde değil, bilgiye dayalı üretim aracılığıyla gerçekleşmesi. Bir diğer önemli yanı ise yalnız maddi tüketim alanına değil, yaşamın her alanına sermayenin hakim olması. Bu alanlara yukarıda vurguladığımız satış, eğlence, medyanın yanısıra sağlık, eğitim, emeklilik gibi bir çok alanı daha ekleyebiliriz. Bu şekilde insan yaşamının yirmi dört saati tüm ömür boyunca sermaye denetimi altına alınmaya çalışılıyor. “Müşteri ilişkileri veri tabanı” ile tek tek bireylerin tüketim alışkanlıkları, diğer özel bilgilerle birlikte saklanıyor ve tüketimi yönlendirmek için kullanılıyor. Diğer yanda da her türlü kredi ve ödeme bilgisi merkezi veri tabanlarında depolanarak insanların borçlarını düzenli ödemesi sağlanıyor.

Bu gidişat aynı hızla sürerse ileride nasıl bir toplumun ortaya çıkacağını kestirmek zor değil: Her davranışı kontrol altında olan, borç ödemesi ya da bulduğu iste çalışırken hata yapması kolay affedilmeyen sözde “özgür” bireylerden oluşan bir toplum. Bu “özgür” bireyler kendilerine tanınan tüketim ve “üretim” alanlarında önlerine sunulan seçenekler arasından seçme yapma hakkına sahip olacaklar. Ancak burada üretim seçenekleri fazla olmayacağı gibi, iş olarak sunulanlar çoğunlukla bu yapay ekonominin yarattığı satış, pazarlama ve bunlara destek veren banka, sigorta gibi hizmetlere yönelik işler olacak. Kısacası gelişen teknolojiler daha kolay bir yaşam sağlayacağına, yapay işlerde durmadan çalışan insanlardan oluşan tam bir denetim toplumu ortaya çıkacak. Ancak bu gidişata karşı uyanık olmak ve karşı çıkmak bizim elimizde. Örneğin Avustralya’da ABD ile yapılan ve özgün kültürün ortadan kalkmasina yol açacak olan “Serbest Ticaret Anlaşmasına” karşı çıkmak bunun bir başlangıcı olabilir.

Sydney, 11 Ağustos 2004

* Bu yazı Avustralya'da haftalık Dünya gazetesi için yazılmış ve orada yayınlanmıştır