Yazar: Yavor Tarinski
“Demokrasiyi kısıtlamanın en etkili yolu, karar verme mekanizmasını kamusal alandan hesap vermeyen kurumlara devretmektir: krallara ve prenslere, rahip kastlara, askeri cuntalara, parti diktatörlüklerine ya da modern şirketlere.” Noam Chomsky 1
Bugünlerde demokrasi ve kapitalizm sıklıkla neredeyse eşanlamlıymış gibi kullanılıyor. Bu birbirinin yerine geçme hali yalnızca siyasi lügate değil aynı zamanda toplumsal tahayyüllere de nüfuz etmiş durumda. Mevcut sistem tarafından baskı gören veya sömürülen çoğunluk bu iki kavramı suçlama eğilimi gösteriyor.
Solun önemli bir kısmı da demokrasiyi hatalı olarak hakların ve özgürlüklerin güvencesine adanmış bir süreç gibi basit bir şekilde yorumladığı için bu terminolojik eşitlemeye ortak oluyor. Filozof Cornelius Castoriadis ise buna inananların hala yanıldığını çünkü hak ve özgürlüklerin ortaya çıkmasının kapitalizmin çıkarlarına aykırı olduğunu öne sürüyor2 . Ona göre, başlangıçta bu haklar ve özgürlükler, imtiyazsızların ve yanı sıra ortaya çıkan yeni özgür şehirlerin sakinlerinin mücadelelerinde dile getiriliyordu. Dahası, Castoriadis bu hak ve özgürlüklerin kapitalizmin "ruhuna", Taylorist "en iyi yol" veya Max Weber'in "demir kafesi” gibi sonraki taleplere nazaran uygun olmadığını not ediyor. Ekonomik piyasada rekabet önvarsayımı ve bunun siyasi karşılığının olabileceği fikri eşit derecede yanlıştır. Castoriadis, kapitalizmin içsel eğilimini düşündüğümüzde, kapitalizmin kapitalistler arasında tekel, oligopol veya ittifaklar ile sonuçlandığını gördüğümüzü de ekliyor.
Gerçek şu ki, demokrasinin, asıl doğrudan haliyle, kapitalizmle hiçbir ilgisi yoktur ve aslında onunla çelişmektedir. ABD'nin kurucu babalarından biri olan James Madison, demokrasilerin kişisel güvenlik veya mülkiyet hakkı ile uyumsuz olduklarını söylerken bunun farkında gibi görünmektedir3 .
Eşitsizliğin İtici Gücü Olarak Kapitalizm
Demokrasi, radikal bir politik eşitlik sistemidir. Hannah Arendt demokrasiyi, tüm gönüllü vatandaşların hükümete doğrudan katılmasına izin verirken sivil ve siyasi hakları garanti eden siyasal bir sistem olarak tanımlamaktadır4. Siyaseti sosyal yaşamın her alanından sorumlu tutar. Açıktır ki bugün sahip olduğumuz sistem bu değildir.
Öte yandan kapitalizm, sosyal eşitsizliklere yol açan toplumsal karşıtlıkları besler ve kapitalizmin savunucuları onu genellikle eşitsizliği insan doğasının doğal bir yönü olduğundan hareketle açıkça savunur5. Bunu yaparken, ekonomiyi insan etkileşiminin ayrı ve yüce bir alanı olarak yerleştirirler.
Kapitalist bir ortamda, insanlar kaynaklar, uzay ve zaman için rekabet ederek birbirleriyle yarışırlar. Bunlar sadece birbirleriyle rekabet eden ekonomik sınıflar değil, aynı zamanda benzer sosyal çevreden insanlardır. Karşıtlığın olduğu yerde de her zaman kazananlar ve kaybedenler vardır. Steven W. Thrasher, “gelir eşitsizliği” olarak adlandırdığımız servetteki eşitsizliklerin tesadüf olmadığını, proje gereği gerçekleştiği ve sistemin yapısal olarak en alttakileri dezavantajlı hale getirdiği sonucuna varmaktadır.6 Ayrıca, araştırmacılar D. B. Krupp ve Thomas R. Cook, bir çalışmada sosyal eşitsizliklerin serbest piyasa ekonomisinin temel taşı olan yerel rekabet7 tarafından güçlendirildiğini öne sürmektedir.
Antropolog Jason Hickel, ekonomik eşitsizliklerin güç farklılıklarını nasıl yarattığını ve güçlendirdiğini şu şekilde örneklemektedir: "Zenginlere giden her ek dolar, güçlerine daha fazla katkıda bulunur ve ne kadar zengin olurlarsa, o kadar fazla güç elde ederler. Niçin? Çünkü yeni para herhangi bir ihtiyaç eşiğinden ne kadar uzak olursa, güç için o kadar fazla harcanabilir. Gelir ve güç arasındaki ilişki aslında ters logaritmik bir ilişkidir. Ayrıca, zenginin güce harcadığı fazla paranın fiyatları daha fazla arttıracağını ve gücü yoksulların ulaşabileceği yerden daha uzağa iteceğini hesaba katmalıyız"8.
Dahası, kapitalizm genellikle bürokratik olmayan bir sistem olarak sunulmasına rağmen, gerçekte, kesinlikle hiyerarşik olarak yukarıdan aşağı şekilde bir işlev görür. İranlı sosyolog Jacob Rigi şöyle açıklıyor: "Emek hala kapalı alanlarda bölümlere ayrılmıştır ve sermaye temsilcileri tarafından despotik olarak yönetilmektedir. Seçilmiş küçük bir işçi grubu kısmi özerklikten yararlanabilirken, toplam işgücü süreçleri, ayrılmış çalışanların çalışmalarını toplam bir işbirliğine dayalı çalışma sürecine entegre eden yöneticiler tarafından merkezileştirilir. [ ... ] Bireysel üreticiler görevlerini veya çalışmalarının hızını, zamanını ve yerini seçmezler. Başka bir deyişle, iş süreci hem mekânsal hem de zamansal olarak mikro bölgeselleştirilmiştir"9.
Aslında, bürokrasi kapitalizmin yükselişi ile güçlendirilmiştir. Sonrasında kapitalizm bürokratik yapılara gerçekten çok bağımlı olmuş ve böylelikle bu yapıları beslemiştir. Örneğin antropolog David Graeber, Kuralların Ütopyası’nda yaptığı araştırmada piyasa reformlarının, Reagan yönetiminde olduğu gibi, her zaman bürokratların toplam sayısını artırdığını keşfetmiştir.10 Toplumsal ekolojist Murray Bookchin, 200 yıl önce Amerika Birleşik Devletleri'nde sınırlı hükümet kavramıyla başladığımızı -hükümet müdahalesinin neredeyse hiç olmaması- ve şimdi büyük bir yarı totaliter hükümete sahip olduğumuzu iddia ederek bu eğilimin bir başka tarihi örneğine işaret etmiştir.11
Bir Eşitlik Projesi Olarak Demokrasi
Yukarıda belirtildiği gibi, doğrudan demokrasi (demokrasinin tek gerçek biçimi olarak), kapitalizmden tamamen farklı bir mantık izler. Bu, karar verme gücünü toplumun tüm üyeleri arasında eşit olarak yeniden dağıtmayı amaçlayan politik bir projedir. Bunu yaparken, vatandaşlar kamu taban örgütlenmesi kurumları aracılığıyla tüm sosyal alanların yönetimini doğrudan üstlendikleri için, diğer tüm eşitsizlik biçimlerine doğrudan saldırır. Rekabet yerine, işbirliğini ve eşit katılımı ifade eder.
Noam Chomsky bu çarpıcı farkın altını çiziyor: "demokrasi [ ... ], toplumdaki merkezi kurumların halk kontrolü altında olması gerektiği anlamına gelir. Şimdi, kapitalizm altında tanım gereği demokrasiye sahip olamayız. Kapitalizm, toplumun merkezi kurumlarının prensipte otokratik kontrol altında olduğu bir sistemdir. Bu nedenle, bir şirket ya da endüstri, eğer politik olarak düşünürsek, faşisttir; yani, en üstte sıkı bir kontrole sahiptir ve her seviyede sıkı bir itaat kurulmalıdır, küçük bir pazarlık ve küçük bir karşılıklı özveri vardır, ancak otorite çizgisi tamamen açıktır. Siyasi faşizme karşı olduğum gibi, ekonomik faşizme de karşıyım. Toplumun büyük kurumları, katılımcıların ve toplulukların genel kontrolü altında olana kadar demokrasi hakkında konuşmanın anlamsız olduğunu düşünüyorum".12
Doğrudan demokrasi, tüm iktidarı tüm insanların eline eşit olarak yerleştirerek, sosyal yaşamın farklı alanlarının ayrılmasını ortadan kaldırır. Yargı, yasama, ekonomik, kültürel ve diğer konular, yetki verilmiş vatandaşlar tarafından kamusal alanda tartışılır ve kararlaştırılır. Tüm sosyal faaliyetlerin kurallarına, normlarına ve sınırlarına toplu olarak karar veren insanlardır ve çoğunluk gerekli gördüğü zaman bunları değiştirebilirler.
Bu düşünce doğrultusunda Bookchin, demokrasinin ekonomiyi siyasallaştırdığını ve onu sivil alana aktardığını öne sürer.13 Demokratik projede, Bookchin'e göre "mülkiyet", özgürlükçü kurumsal çerçevenin maddi bir bileşeni olarak komünle, daha doğrusu mesleki olarak konumlandırılmış çıkar grupları olarak değil vatandaşlar olarak toplanan meclisce kontrol edilen daha büyük bir bütünün parçası olarak tümleştirilir.14
Her ikisi de ekonominin siyasetten ayrılmasını ima eden ”kamulaştırma” ve ”özelleştirme” gibi iktisadi kavramların aksine, doğrudan demokrasi, ekonomik faaliyetlerin (diğer tüm sosyal alanlarla birlikte) öz yönetimin siyasi kurumlarına boyun eğdirilmesini savunur. Bookchin'e göre, ekonomi ”iş”, “pazar”, kapitalist, “işçi kontrollü” işletmeler gibi şeyler olarak kelimenin tam anlamıyla bir ekonomi olmaktan çıkarılır buna karşılık yüz yüze meclislerdeki vatandaşlar, ekonomiyi kamusal alanın bir yönü olarak özümser.15 Bunu takip ederek, doğrudan demokrasi projesinde ekonominin "yerel yönetim denetimine geçmesinden" bahsetmek daha uygun olacaktır.
Sonuç
Demokrasinin, gerçek anlamıyla, diğer toplumsal sistemlerde kullanılabilecek basit bir yöntemden çok daha fazlası olduğunu anlamalıyız. Arada bir referandum yapmak, iktidarın ulus devletler ve/veya kapitalist piyasalar aracılığıyla toplumdan ayrılmasını korurken, bir rejimi daha demokratik hale getirmez. Daha insancıl bir yüz verebilir, ancak yine de bir oligarşi (küçük bir azınlık tarafından yönetilen toplum) olarak kalır.
Merkezi ve bürokratik varlıklar olduğu sürece, ideolojik örtülerinden bağımsız olarak, demokrasiden konuşamayız. Sadece insanlar — demos olarak — kendilerini güçlendirdiklerinde ve kolektif birlikte varlıklarını kendi kendine kurmaya başladıklarında, demokratik bir toplumun tohumlarını görmeye başlayabiliriz.
Castoriadis'in önerdiği gibi; "görev içindeki rotasyon, kura ile seçme, siyasetin bütününce müzakere edildikten sonra karar verme, seçimler ve halk mahkemeleri , yalnızca herkesin kamusal sorumlulukları üstlenmek için eşit kapasiteye sahip olduğu varsayımına dayanmaz: bu süreçlerin kendileri karşılıklı yetenekleri kullanmayı - ve dolayısıyla tümünü geliştirmeyi - ve böylece siyasi eşitlik varsayımını o toplumun etkili gerçekliğine mümkün olduğunca yakın hale getirmeyi amaçlayan siyasi bir eğitim sürecinin parçalarıdır, aktif bir paideia’dır".16
Demokrasiyi bütünsel bir proje olarak kabul ettiğimiz takdirde, bunun kapitalist ilişkiler ve devlet yönetimi ile yalnızca uyumsuz olmadığını, aynı zamanda onların tamamen ortadan kaldırılmalarını gerektirdiğini anlayabiliriz. Prof. Dr. Wolgang Merkel'in sonucuna göre; "kapitalizm ve demokrasi farklı mantıkları izler: bir yandan eşitsiz dağıtılmış mülkiyet hakları, diğer tarafta eşit sivil ve siyasi haklar; kapitalizm içindeki kâr odaklı ticarete karşıt demokrasi içindeki ortak iyi arayışı; demokratik siyaset içindeki tartışma, uzlaşma ve çoğunluk kararına karşı yöneticiler ve sermaye sahipleri tarafından yapılan hiyerarşik karar verme".17 21.yüzyılın demokrasi ya da barbarlık seçimini yapmak kolektif olarak hepimize kalmıştır.
Kaynakça
[1] Z Magazine (May 1998).
[2] Cornelius Castoriadis: TheRisingTide of Insignificancy: The Big Sleep (unauthorized translation, 2003): pp350–351.
[3] James Madison, AlexanderHamilton, and John Jay: The Federalist Papers: The Classic Original Edition (New York: SoHoBooks, 2011): p. 26.
[4] https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1558/crit.v12i3.396?journalCode=ycrh20
[5] https://www.gisreportsonline.com/is-economic-inequality-a-bad-thing,politics,2459.html
[6] https://www.theguardian.com/commentisfree/2015/dec/05/income-inequality-policy-capitalism
[7] D. B. Krupp& Thomas R. Cook: “Local Competition Amplifies the Corrosive Effects of Inequality” in SAGE Journals Volume: 29 issue: 5 (2018): pp824–833. (https://journals.sagepub.com/stoken/default+domain/10.1177/0956797617748419-free/full)
[8] https://www.resilience.org/stories/2019-07-05/inequality-metrics-and-the-question-of-power/
[9] http://peerproduction.net/issues/issue-1/invited-comments/a-new-communist-horizon/
[11] http://reason.com/archives/1979/10/01/interview-with-murray-bookchin/
[12] NoamChomsky: Language and Politics (California: AK Press, 2004): p138.
[13] https://libcom.org/library/municipalization-murray-bookchin
[14] https://libcom.org/library/municipalization-murray-bookchin
[15] https://libcom.org/library/municipalization-murray-bookchin
[16] Cornelius Castoriadis: TheRising Tide of Insignificancy: The Big Sleep (unauthorized translation, 2003): p349.
[17] Wolfgang Merkel and Sascha Kneip (eds.):Democracy and Crisis: Challenges in Turbulent Times (Berlin: Springer International Publishing, 2018): p253.
https://medium.com/whose-society-whose-cohesion/rethinking-cities-from-the-ground-up-73d92059b15f