Murray Bookchin daha çok özgürlükçü ve ekolojik bir toplum için mücadeleyi öngören toplumsal ekoloji düşüncesini geliştirdiği yazıları ve kitaplarıyla biliniyor. Bookchin 1980 yılına kadar yayınlarında ekolojik sorunları analiz etti, kapitalizmin yarattığı ekolojik krizi vurguladı ve bu krizi aşmaya yönelik politikalar geliştirdi. 1981'de yayınlanan Özgürlüğün Ekolojisi kitabı ile de bu politikalara antropolojik ve felsefi bir temel oluşturdu. 1995'te yayınlanan Toplumsal Ekolojinin Felsefesi yapıtında ise diyalektik doğalcılık felsefesini açıkladı.
İzleyen yıllarda ise bir yandan felsefi çalışmalarını ilerletirken, devrimler tarihini detaylı olarak incelemeye ve bunları son kitabında okuyucularıyla paylaşmaya yoğunlaştı. Orijinal adı "Üçüncü Devrim" olan bu yapıtın ilk cildinin Türkçe çevirisi "Köylü İsyanlarından Fransız Devrimine" alt başlığıyla Nisan ayında Dipnot Yayınları'ndan çıktı. "Fransız Devriminden İkinci Enternasyonale" alt başlığıyla yayınlanan ikinci cilt ise bugünlerde İstanbul Kitap Fuarı'nda tanıtılıyor. Birinci cilt Ortaçağdaki köylü ayaklanmaları ile başlayıp 17. yüzyıl İngiliz devrimi, 18. yüzyıldaki Amerikan ve Fransız devrimlerini özetliyor ve analiz ediyor. Ancak bu özet içinde pek çok tarihçinin gözden kaçırdığı detayları öğrenmek ve bu devrimlere alışageldiğimiz kalıplar içinde değil tamamen yeni özgürlükçü bir bakış açısıyla yapılan bir analizi bulmak mümkün.
Bookchin mevcut kalıplar içinde bu devrimleri 'burjuva devrimler' olarak nitelemek yerine emekçi halkın nasıl böyle bir ayaklanma noktasına geldiğini ve halkın kendi çıkarlarını korumak için ne tür örgütlenmelere yöneldiğine yoğunlaşıyor. Bu çerçevede yarattığı doğrudan demokratik örgütlenmelerle halkın, kendi kendisini yönetme potansiyelini görebiliyoruz. O dönemdeki halkın bilinç düzeyi her zaman güçlü örgütlenmeler yaratmaya elvermiyor. Ancak bu potansiyelin her devrimle birlikte nasıl büyüdüğünü izleyebiliyoruz. Fransız devriminde Paris halkının mahallelerdeki seksiyon örgütlenmelerinde kendi yaşamlarını organize etmenin ötesinde Ulusal Meclisin kararlarına müdahale ederek devrimi yönlendirmeye çalıştığını görebiliyoruz.
Kitabın girişinde Bookchin'in de belirttiği gibi, tüm bu devrimleri özgürlükçü bir toplumsal dönüşümün başlangıcı kılmaya çalışan devrimcilerin adları, yaptıkları, idealleri unutulurken, devrim sonrasında iktidara gelen Robespiyer ya da Stalin gibi tiranlar o devrimlerle özdeşleştiriliyor. Oysa bizim asıl hatırlamamız gerekenler doğrudan demokratik örgütlenmelerin başını çeken devrimciler olmalı. Dolayısıyla kendimizi kapitalizmi aşacak ve yok edecek devrimlere hazırlamak istiyorsak geçmişteki devrimleri farklı bir bakış açısıyla belleğimizde tazelememiz gerekiyor.
Bu gözden geçirme bizi devrim sürecini farklı bir şekilde görmeye de itiyor. Devrimlerin önce geniş yığınların bir ayaklanmayla eski rejimi çöpe atmalarıyla başladığını, ancak bunu ikinci bir devrimin izlediğini görebiliyoruz. İkinci devrim siyasi gücün merkezi bir devlette toplanması ve birinci devrimi gerçekleştiren emekçi halkın politik karar alma sürecinden dışlanması ile sonuçlanıyor. Bunu halkın doğrudan demokratik örgütlenmeler yaratarak kaybettiği politik gücü geri alma çabası izliyor. Üçüncü devrimi yükseltmeye çalışan bu hareket ise Bookchin'in asıl üzerinde durmak istediği dinamik. Bu dinamiğin ortaya çıkışı ve yükselişi devrim öncesinden başlanarak inceleniyor. Böylece devrimin gerçek iç dinamiklerine eğilebiliyoruz.
İkinci cilt 19. yüzyıldaki Fransız devrimlerine (1830, 1848-50, 1871) ve I. Dünya Savaşından önceki proleter sosyalizm düşüncesine odaklanıyor. Burada yine aynı perspektifle devrimler incelenirken, önce zanaatkar sosyalizmin ortaya çıktığı ortam ve onun çeşitli şekillerde evrilmesi, ardından da endüstriyel proletaryanın hakim olmasıyla birlikte buna uygun bir sosyalizm anlayışının ortaya çıkışı ele alınıyor.
Bookchin bu büyük çalışmasında yalnız devrimi önceleyen koşulları ve devrimci süreçleri analiz etmekle yetinmiyor, aynı zamanda güçlü bir işçi sınıfı olmasına karşın radikal bir devrime hiç yönelmemiş olan İngiltere ve Almanya'daki işçi hareketlerini de analiz ediyor. Fransa'nın sanayileşmede daha geri olduğu halde bir çok devrime sahne olmasının ve 20. yüzyılda bir başka ülkede değil de Rusya'da devrimin ortaya çıkmasının nedenleri üzerine kafa yoruyorsanız eminim bu analizler çok yardımcı olacaktır. Aynı zamanda işçi sınıfının daha sonra radikalizmini neden yitirdiği konusundaki tartışmalara da önemli bir katkı sağlıyor.
Sonuç olarak Bookchin'in bu kitabı devrime inanan ve devrimci dinamiklerin geçmişte nasıl geliştiğini anlamak isteyen herkesin mutlaka okuması gereken bir yapıt. Onun ötesinde de yirmibirinci yüzyılda devrimin nasıl gelişebileceğine ilişkin ufkumuzu açacağına inanıyorum.