Murray Bookchin, devlet yönetimi (statecraft) ile politikayı birbirinden ayırır. Devlet yönetimi; devletin kurumların ve bu kurumların himayesinde yaşayan insanların ve halkların, “profesyonel” olarak yönetme işiyle uğraşan – seçilmiş ya da atanmış – kişiler tarafından yönetilmesi-idare edilmesi- anlamındadır. “Politika” ise -antik Yunan’daki anlamına sadık kalarak- insanların birey – yurttaş – olarak kendi kurdukları halk meclislerinde ya da yapılarda doğrudan kendi hayatları ve toplumsal meselelerde söz sahibi oldukları bir eylem biçimi, yaşam alanı ve tarzıdır.

Bu ayrımda, “devlet yönetimi”nde, bugün “politikacı” olarak bilinen seçilmiş ya da atanmışların oluşturduğu bir yapı ile genel olarak yönetilen ve edilgen olan bir kitle göze çarpar. “Politika” da ise katılım ve doğrudan eylem ile hayatına doğrudan müdahale edebilen etkin insan –yurttaş- öne çıkar. Bu iki durum birbirleriyle uzlaşmaz şekilde karşı karşıyadır. Devlet yönetimi merkeziyetçi, otoriter, oligarşik ya da monarşik, hiyerarşik, seçkinci, gücü bir elde toplayan ve temsili öğeler ile beslenirken; politika, demokratik, özgürlükçü, hiyerarşik olmayan, gücü dağıtan ve yayan duyarlılıklardan beslenir. Devlet yönetiminde yurttaş bir seçmene ve vergi mükellefine indirgenirken aslında özgürlüğü sadece seçimlerde hatırlanan ve sandığa oyunu attığı andan itibaren özgürlüğü “buharlaşan” edilgen bir seçmene indirgenir. Politikada ise her insan, hayatında ve toplum yaşamında söz sahibi olan, hayatını yönetebilecek potansiyeli olan aktif bir yurttaş olarak belirir.

Ancak günümüzde ne yazık ki devlet yönetimi ile politika birbiriyle karıştırılır. Çoğu kez de birbirinin yerine, eş değermiş gibi kullanılır. Genel geçer anlamda hâkim siyaset yapma tarzını ve yollarını yani devlet yönetimini politika olarak değerlendirdiğimiz de, Gezi parkı eylemlerini ve bu eylemlere katılanları apolitik olarak değerlendirme yanılgısına düşeriz. Oysa politikayı sıradan yurttaşların” kendi yaşamlarına müdahil olma aracı ve yöntemi olmanın yanı sıra yaşamı yeniden hep birlikte müşterek olarak kurma edimi olarak değerlendirdiğimizde, Gezi’nin bal gibi politik bir eyleme biçimi olduğunu söyleyebiliriz.  

 

Beri yandan; Gezi sadece bir şeye muhalefet etmedi; aynı zamanda yeni bir yaşamı ve politikayı da savundu ve hayata geçirmeye çalıştı. Büyük oranda bunu gerçekleştirdi de. Gündemini kendisi yarattı. Direnirken sınırları zorlamakla kalmadı çoğu kez de yıktı. Geziye katılanlar kadar geziye dahil olmayanların da algılarını kendi pratikleriyle devamlı dönüştürme becerisini gösterdi. Şimdiye dek devamlı bir oluş halinde kalabildi. Özgür bir ruh olarak “sağ”da “sol”da dolaşması, ele avuca gelmemesi, kalıba girmemesi, “bize karşı olanlar” şiarıyla kurgulanan egemen siyaset anlayışını oldukça zorladı/zorluyor, çoğu kez felç etti/ediyor. Tıpkı oda ısısında sıvı olan yegâne metal “Civa” gibi. Muktedirler bir yerinden yakalamaya çalıştığında o kolayca elden kayabiliyor ve diğer civa parçacıklarıyla bir araya gelip büyüyebiliyor. Bu özelliğini ve olanağını ona civa kimliği veriyor şüphesiz. O yüzden daha önce gezi eylemlerinin hâkim siyaset erbabını TOMA görmüş tavşana dönüştürdüğünden ve dumura uğrattığından bahsetmiştik.

 

Bu haliyle Gezi’nin ölü toprağı örtülmüş topluma umut aşıladığını; hâkim siyaset anlayışının üstüne ise “umut yüklü bir hayalet” olarak çöktüğünü söyleyebiliriz. 

 

Gezi parkının polis şiddetiyle “boşaltılması”ndan sonra “her parkın Gezi” olduğu sürece girdik. Bu süreç aynı zamanda park forumlarının doğmasına ve gelişmesine olanak sağladı. Böylece Park Forumları yurttaşların politikayı yeniden diriltmesinin ve geliştirmesinin müşterek alanları haline dönüştü; sözünü hiç kimseye veya kuruma devretmeden kendi sözünü bizatihi kendisinin söyleme talebiyle… Bu talep doğrudan demokrasinin, demokrasinin radikalleşmesinin olmazsa olmazıdır.

 

Gezi ruhunun yarattığı dinamik, politikayı yeniden tanımlayıp kurgulamamızın yolunu açtı. Bu dinamik, politika sahnesine “sıradan yurttaşı” dahil edebildiği oranda hâkim siyaset anlayışının ve siyaset erbabının hegemonyasını elinden alabilecektir. Bunu nasıl ve kimlerle yapabileceği kısmı ise ciddi olarak üzerine düşünmeyi ve tartışmayı gerektiriyor.

 

 

*Bu yazı Bianet’te yayınlanmıştır. (16 Ağustos 2013)