Artık iyileştirme zamanı. Bunun için iş güvenliğinin önleyici olduğunu, önlemenin ödemekten kolay olduğunu sürekli tekrar edelim. Bununla kalmayıp artık ücret talepleri kadar iş güvenliği talebini de Tuzla'da ve her yerde sesli olarak dile getirelim.
İş güvenliği Tuzla ile gündemde. Biz biliyoruz ki tüm Türkiye aslında Tuzla. Türkiye AB uyumu sürecinde yasalarında iyileşme sağlamış olsa dahi uygulamada halen sınıfta kalmayı sürdürüyor. Bu yönde bir bilinç ve kararlılık henüz devlet kademesinde yeterince gözükmüyor ve dolayısı ile bu durum işyerlerine ölümlerin artması olarak yansıyor.
Tuzla sayesinde iş yerlerinde tükenen yaşamları fark ettik. Ama bilmemiz gereken Türkiye'de on binlerce Tuzla var. Yılda bin 500 civarında kayıt altına girebilmiş ölüm vakasının 25-30'u Tuzla'dan.
Tuzla'da dahi kayda girmeyen bir çok ölümün, iş görmez sakatlanmaların veya yaralanmaların olduğunu tahmin etmek falcılık sayılmaz.
Tuzla'ya basının ilgisini bir fırsat olarak kabul etmek gerek. Devletin 1 Mayıs'ta işçinin can güvenliğine nasıl önem verdiğini gördüğümüzden Tuzla'nın Taksim'den Malatya'ya, Sivas'tan Antalya'ya her yerde olduğunu da kavramış oluyoruz.
Neden iş kazaları, neden ölümler
Klasik tanımı ile iş kazası güvensiz ortam, güvensiz davranışların birleşmesi ile ortaya çıkar. Diğer bir deyişle tehlikeli durum (dangerous occurance) ve tehlikeli davranış (dangerous behaviour) bir araya gelirse kaza olur.
Güvensiz ortam veya tehlikeli durumlar olarak;
- Yetersiz aydınlatma,
- Korkuluksuz veya yaşam ipi olmadan yüksekte çalışma,
- Makine koruyucusu olmaması,
- Kapatılmamış boşluklar,
- Topraklama yapılmaması sayılabilir.
- Güvensiz davranış olarak;
- Dalgınlık, dikkatsizlik,
- Hızlı çalışma,
- Eğitim eksikliği ve bilinçsiz makine kullanımı,
- Kişisel koruyucu kullanmamak olarak sayılabilir.
Bu bilinen gerçeklere rağmen, Tuzla örneğinde işçinin yetersizliğini vurgulayan otoriteler acaba hangi nedeni işçinin ortadan kaldırmasını beklerler?
İşçi aydınlatmayı artıramaz, makineye koruyucu takamaz, korkuluk koymak için bir bütçesi veya yetkisi yoktur. Tüm bunların eksikliğini görüp uyardığında işten atılma veya en azından sivri dilli işçi olma durumuna düşmesi söz konusudur.
Yasal bir zorunluluk olmasına rağmen (4857 madde 80) Türkiye'de hemen hemen hiçbir işyerinde iş sağlığı güvenliği kurulları yoktur ya da varsa da kağıt üzerinde vardır.
Yasal tanıma göre bu kurulun kararları bağlayıcıdır. Bu ne demektir? Kurulun kararları uygulanmak zorundadır. Kurulun başkanı işletme müdürü iken kurulda işçiler bir formen ve bir işçi ile temsil edilirler.
Seçim ile gelmesi zorunlu olan bu kişiler de seçilmezler, atanırlar. Çünkü sivri dilli işçinin bu kurulda olması tercih edilmez.
O halde yetkisiz, bütçesiz ve gücü olmayan işçinin güvensiz ortamı ortadan kaldırması söz konusu olamaz.
Güvensiz ortamın tüm sorumluluğu işveren veya vekiline yani biz uzmanlara aittir.
Güvensiz veya tehlikeli davranışlara baktığımızda ise yine işçinin önleyebilirliğini göremeyiz. Dalgınlık ve dikkatsizlik yine işverenin düşünmesi ve önlemesi gereken bir konu. Maaşını geç alan, az alan veya sigortası yatmadığı için eşini ya da çocuğunu doktora götüremeyen bir işçinin dalgın olmasından doğal olan nedir?
Tüketim toplumunda evine moda tüketim bir ürün götüremeyen anne veya baba iş yerinin dalgın işçisidir.
Yasal sınır 8 saat iken 12-16 saat işçi çalıştıran iş yerleri de işçinin dalgınlığını ve dikkatsizliğini artıracaklardır. Fazla çalışma denetimlerini yapmayan devlet de bu suçun ne yazık ki ortağıdır.
Hızlı çalışma konusu da işçinin belirlediği bir çalışma yöntemi değildir. Ya işin süresi nedeni ile mühendislerin işin hızını güvensiz ve teknik olmayan bir şekilde artırması söz konusudur ya da taşeron kârını büyütmek için işçiyi daha az zamanda daha çok iş üretemeye zorlar. İşçi işinin hızını düşürür ise asi, tembel veya yeteneksiz varsayılıp işten çıkarılır.
İşçiye yakıştırılan bizim de zaman zaman yakındığımız kusur "Kişisel Koruyucu" kullanmamasıdır. Bu sorun dahi işçinin eğitilmesi, doğru kişisel koruyucu donanım alınması ile yine işveren veya vekilinin çabasını gerektiren bir sorundur. Kullanılan kişisel koruyucu ürünlerin standartlara uygun olması ve işçiyi rahatsız etmemesi gerekir.
Unutulmamalıdır ki, işçi insandır ve hayatının önemsendiğini gördüğü ölçüde iş sağlığı güvenliğini ciddiye alır ve katılır.
Bunun koşulu ise insana yakışır konaklama koşulu, yemekhane, yemek koşulu ve diyalogdur. Ciddiye alıp diyalog kurmadığınız işçinizin sizi ve sisteminizi ciddiye alması mümkün olmayacaktır.
Tehdit ekonomisi ve korku imparatorluğu ile özetlenebilecek kapitalist ekonomilerden insani yaşama koşulları ve diyalog için çok fazla bir şey beklemek doğru olmayabilir.
Ancak batı ekonomisi önemli bir maliyet kalemi olarak gördüğü iş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemek adına insani koşullar ve diyalog konusunu çokça ele almış ve tüm yasal düzenlemelerinin içine katmıştır.
Türkiye gibi tehdit üzerinden devlet yönetimini benimsemiş ülkelerde zaman alacak bu sürecin de iş güvenliği ve kaza önlemelerinde önemli bir devlet ve işveren görevi olduğunu hatırlatalım.
Kazanın maliyeti
Kazanın maliyeti en birinci olarak insan hayatıdır. İnsan hayatı biriciktir ve pahası yoktur. Bazı mühendis dostlarımız kayıp iş gücü değerinden hesaplayarak insan hayatını bir parasal değere indirgese dahi insan ölümü paha biçilmez ve geri dönülmez bir değerdir.
Kapitalizmin birinci indirgeme değeri de para olacaktır doğal olarak. Böyle bakıldığında ortaya çıkan rakamlar korkunçtur. Türkiye'de iş kazalarının maliyeti 8 milyar dolardır.
Ayrıca bu ülke yetişmiş işgücünü, moralini, öz güvenini kaybetmektedir.
Kaza maliyetinde doğrudan maliyetler dolaylı maliyetlerin en çok yüzde 30'u kadar. Bu demek oluyor ki 100 bin YTL maliyetli bir iş kazasının toplam maliyeti 300 bin YTL'dir. Maliyet kazayı yaşayan şirket ekonomisinden, devlet ekonomisine bir çok yeri etkiler. Sosyal sigorta sistemi dahi ödediği tazminatlar ile etkilenecek ve bu şirketlerin prim yükünü etkileyecektir. Ülkemizde SSK'nin böyle bir değişken prim sistemi olmaması da tartışma konusu olmalıdır.
Kaza Tuzla'da ceza nerede?
Elbette öbür dünyada demeyeceğiz. Değişen ve yeni numarası ile 5237 numaralı ceza yasası artık klasik kasıt ve ihmal ile zarar vermeye yeni açılımlar getiriyor. 5237'nin ilgili maddeleri insana zarar vermeyi kasıt, olası kasıt, bilinçli ihmal ve ihmal olarak çeşitlendirmiş.
Önceki kanuna göre insana zarar verme sadece taammüden bilerek, olayın sonucunu öngörerek yapılması ile kasıt niteliği taşırdı. Bunun dışında her şey ihmal sonucu sayılır ve cezalar 1-3 ay hapis ve ufak para cezaları şeklinde olur idi.
Oysa 5237 sayılı Türk Ceza Yasası kasıt kavramını aynı yerinde korurken, olası kasıt ile sonucun zarar vereceğini bilen insanın verdiği zararı tanımlamıştır. Buna göre bahçenize çekeceğiniz tel çite elektrik vermeniz ve birini yaralama ya da öldürmeniz olası kasta girer. Çünkü çite elektrik vermek insan öldürme sonucunu göze almaktır.
Hukukçu olmadığım için kesin konuşmamak ile beraber 1 Mayıs devlet şiddeti olası kasta girebilmeli ve devletin ilgili kademeleri yargılanmalı.
Eğer davranış sonucunda meydana geleceği ön görülen netice dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesine bağlı olarak ortaya çıkıyor ise bilinçli taksirden (ihmal) söz edilecektir.
Artık trafik kazaları bu madde ile değerlendirilebilecek ve artık araç ile adam öldürme serbestisinin önüne geçilebilecektir.
Bizim için ise yasal gereklilikleri yerine getirmediği için (güvensiz durumun yok edilmemesi) kazaya neden olan iş yerinde bir dizi halinde tüm sorumlular bu maddeden yargılanacaklardır ki doğrusu da budur.
Bunu söylerken bir korku toplumu yaratma fikrine karşı olduğumun da altını çizmek isterim. Ancak işçiyi bile bile ölüme gönderen bir mühendis, sorumlu teknik insan veya bir işveren bu işin hukuki bir hesap sorma süreci olduğunu bilmeli ve bilmediği işe kalkışmamalı.
İş güvenliği bir iştir
İş güvenliği bir lüks değil iştir. Aslında bir uzmanlık faaliyeti ve uzman denetiminde olmalıdır. Ancak uzman denetimi yüzde yüz olamayacağında işçinin denetime katılması şart. Denetimin işçilere yaptırılmaması ve iş güvenliği sağlanması süreçlerine işçinin katılmaması başarı şansını düşürür.
Sendikaların ve odaların artık bu konuda daha fazla söz söylemeleri gerekir. Sendikaların meslek hastalıkları hastanelerinin artırılması için baskı yapmaları ve gerekirse iş bırakmaları gerekmektedir. Artık iyileşme, iyileştirme zamanı.
Bunun için iş güvenliğinin önleyici bir iş olduğunu önlemenin ödemekten kolay olduğunu sürekli tekrar edelim. Bunla kalmayalım ve artık ücret talepleri kadar iş güvenliği talebini Tuzla'da ve her yerde sesli olarak dile getirelim.
(AA/EZÖ)
Abdullah Anar - BİA Haber Merkezi04 Haziran 2008