Toplumsal Hareketler Forumu, 2007, TMMOB, ANKARA.
Şadi İdem, Toplumsal Ekoloji Grubu; buyurun.

Arkadaşlar; merhaba.

Aslında bugün burada olmaktan dolayı gerçekten çok mutluyum; bilmediğim pek çok şey öğrendim bugün. Eski dostları görme fırsatım oldu, zira Diyarbakır’dan buraya gelmek aslında hem iş yoğunluğu, hem diğer nedenlerden dolayı her zaman çok kolay değil. Kendi açımdan baktığımda sabahtan beri dinlediklerimden öğrendiğim en güzel şey, aslında Ümit’in de biraz önce bahsettiği gibi, Türkiye’de ekoloji hareketinin, gerçekten tabana dayalı bir ekoloji hareketinin kendiliğinden de olsa, sorun odaklı da olsa yavaş yavaş yeşermeye başlaması. Bu bence çok güzel bir şey, çünkü biz çok önceleri bunları özellikle Bergama hareketinde yaşadık, bir ara Akkuyu’ da benzer şeyleri yaşadık, ama tabiri caizse bir türlü bu hareketleri kurumsallaştıramadık, hep birbirinden bağımsız parça parça hareketler olarak kaldık. Aslında belki burada şunu söylemekte yarar var; şimdi yeni bir hareket yeşeriyor. Daha doğrusu pek çok yerden yeni ekoloji hareketleri yeşeriyor, ama öz olarak politik, taban inisiyatifine dayalı ekolojik bir hareket yeşeriyor, ancak bu hareketin bütün olarak ya da parça parça da olsa apolitikleşme riski var, tıpkı geçmişte yaşadığımız gibi. Sadece ülkemizde değil, Avrupa’daki bazı ekoloji hareketlerinin tarihinde de buna tanıklık ettik, maalesef.

Peki yeni yeşermekte olan bu hareketin apolitikleşmemesi için neler yapabiliriz?  Geçmişte bir şekilde içinde olduğumuz gerek klasik sosyal hareketlerde yaptığımız hataları, gerekse içinde bulunduğumuz ekoloji hareketlerinde yaptığımız hataları bir daha yapmamak için neler yapabiliriz? Bu noktada hatalarımızı yeniden hatırlamaya ve bu hatalarımızı açık yüreklilikle tartışmaya başlamanın iyi bir başlangıç olacağını düşünüyorum. O yüzden bugün burada elimden geldiğince, ne yazık ki zaman kısıtlılığından dolayı sadece başlıklar şeklinde de olsa içinde bulunduğumuz toplumsal hareketlerde yaptığımız / yapmaya devam ettiğimiz hatalarımızı tartışmak istiyorum.
Aslında şu anda içinde yaşadığımız sisteme ister kapitalist sistem ister İmparatorluk ya da emperyalizm diyelim, sonuçta bugün genel anlamda neoliberal iktisadi politikaların yaşamın her anına ve her alanına sirayet ettiği bir toplumsal sistemde yaşıyoruz. Artık kapitalizmi sadece bir iktisadi yapı olarak değil, toplumsal bir yaşam biçimi olarak yaşamaktayız. Tabii böyle olunca kapitalizmin kendinden önceki dönemlerden devraldığı ataerkillik ve kadın sorunu gibi bazı sorunlara ek olarak,  kapitalizmin kendisinin yarattığı çok farklı sorunlarla yüz yüzeyiz.  Bununla birlikte bu farklı sorunlar farklı hareketleri ve mücadele alanlarını ortaya çıkarıyor,  çevre, ekoloji ve işçi sınıfı hareketleri gibi. Dolayısıyla örneğin GDO’yla, taşocaklarıyla, altın aramacılığıyla ilgili pek çok farklı odaklı hareketler ortaya çıkıyor ki, işçi sınıfı hareketlerini de bunun içerisine katabiliriz.

Asıl sorun ise bence, bu yukarıda saydığımız hareketlerin çoğu kez fanatizm derecesinde sadece kendi sorunlarıyla ilgilenip, tabir caizse kendi sorunlarına gömülüp diğer sorunları kendi sorunlarıyla ilişkilendirmemeye meyilli olmalarıdır. Böyle bir durumda katı bir biçimde sorun odaklı yaklaşımı savunduğumuzda, ya da sorunu sadece hukuki bir sorun olarak algılayıp onu çözmeye yönelik bir mücadeleyi yürütürken, diğer mücadeleler ve hareketlerle aramıza kalın bir çizgi çizdiğimizde sonuçta bu hareketleri birbirleriyle buluşturamadığımız için -ki aslında geçmişte bu yaşandı- yalnız kalıyoruz. Aslında hali hazırda biz toplansak bile çok fazla bir gücümüz olduğunu söyleyemeyiz. Bunu bilmek zorundayız. Potansiyel gücümüz olabilir, ama daha öğrenecek çok şeyimiz olduğu gibi kuracak da çok şeyimiz var. Ancak ayrı ayrı durduğumuzda ve birbirimizle dayanışmadıkça bu potansiyel gücümüzü gerçekleştirme, birleştirme şansımız yok maalesef. O yüzden bence konu odaklı mücadeleler, mesela sadece bir nükleer enerjiye karşı olmak, sadece bir GDO’lu gıdalara ya da sadece başka bir şeye karşı olmak eğer gerçekten bunun ardında yatan nedenlerle birlikte değerlendirilirse ve farklı muhalefet gruplarıyla ortaklaşa bir şeyler yapılabilirse anlam kazanabilir. Ve daha da önemlisi böylece mücadele politik bir zemine oturabilir. Aksi takdirde hareket kolayca bir şekilde apolitikleşip, sisteme entegre olabilir. Aslında geçmişte biz bunu yaşadık. Arca biraz umutsuzca konuştu, ama bence burada bugünkü olayları ve değişik mücadele biçimlerini görünce gene de bir umudumuzun olduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi geçmişteki hareketlerden ve yaptığımız hatalardan -bu arada kendi adıma konuşuyorum, herkesi tenzih ediyorum- biraz uzaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.

Bence önemli diğer bir şey de, kendimizi, kendi düşüncelerimizi ve hareketimizi aklın tek ve yegâne temsilcisi kabul etmemiz. En temel sorunlardan biri, aklın tek bir yolu olduğunu düşünüyoruz. “Ben doğruyum, benim yaptığım mücadele biçimi, benim düşüncem, ideolojim tek doğrudur” düşüncesi ve tavrı sıkça karşılaştığımız durumlardan biri değil midir? Örneğin işçi sınıfı hareketini ele alalım. “İşçi sınıfı tek harekettir, tek doğru harekettir, temel eksen emek-sermaye çelişkisidir. Evet diğerleri yeşiller, çevreciler, ekolojistler, kadın hareketi, diğer taban hareketleri çok önemlidir ve kapitalizmin sorunudur, ancak ana eksene eklemlenmelidir, bir renk olarak işçi hareketine katılmaları gerekir” gibi 10-15 yıl öncesinden gelen bir düşünce vardır. Şimdi böyle olunca da özneler arasında eşitler arası bir ilişki hiçbir zaman yaşayamadık ne yazık ki. Biz platformlarda, toplantılarda hep masum çocuk rolüne ya da figüran rolüne girdik. Oysa ki, kimsenin asıl oğlan olup diğerlerini kenarda bırakmayacağı, herkesin asıl oğlanlar ve kızlar olarak, yani eşit özneler olarak bir araya gelerek oluşturulacak yeni mücadele biçimlerine ihtiyacımız olduğunu, bunun yollarını arayıp bulmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de yeni bir dil kurmamız gerektiğini düşünenlerdenim.

Bugün burada hemen herkesin hem fikir olduğu şu “geniş katılımlı bir toplantıyı” gerçekleştirmenin ben de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bence burada belki de iletişimimize, dilimize, beklentilerimize ve duygularımıza, arzularımıza odaklanan büyük bir harekete dönüşmemiz gerekiyor. Anti olmak aslında çok kolay ve şimdiye kadar Türkiye’deki tüm toplumsal muhalefet odakları hep anti / karşı olmak üzerinden hareket etti, ama seçeneklerimizi genelde sunamadık ya da çok iyi açıklayamadık. Salonlarda, dışarıda hep sen, ben, bizim oğlan bir araya geliyoruz, hemen ardından örneğin evimize gidiyoruz, ama eşimize, iş arkadaşımıza bunu anlatamıyoruz. Böyle trajikomiklikler oluyor ya da yan komşumuza gidemiyoruz, bunu anlatamıyoruz. Bu kadar haklı olduğumuz halde, geçmişte bu kadar içine kapanık, bu kadar utangaç bir psikolojiye de girdik zaman zaman. Aslında şu anda da bu ruh hali biraz devam ediyor. Üstelik yaşam hakkını savunuyoruz, bu denli meşru bir zeminde bulunuyoruz. Tüm bu ekosistemin, sadece insanların değil, sadece kadınların değil, sadece erkeklerin değil, sadece çocukların değil, herkesin ve aynı zamanda insanın dışında tüm bitkilerin, hayvanların, insansız doğa dediğimiz her şeyin yaşam hakkını savunuyoruz.

Şu bir gerçek ki şu anda yaşadığımız sistem, adına ne dersek diyelim ölüm yönsemeli bir mantıkla işliyor ve tek derdi daha fazla kâr elde etmek. Ne pahasına olursa olsun… Mesela bugün Başbakanın söylediği de aslında tam böyle bir şey; yapılan işlerde tek ölçüt daha fazla kâr elde edilip edilmediği, rantabl olup olmaması. Fark edelim ya da fark etmeyelim artık bu iktisadi ilişkiler ne yazık ki insani, beşeri ilişkilerimize de yansıyor. Bunlar çok bilinen şeyler, benim buraya gelip bunlardan bahsetmem çok anlamlı değil aslında, ama yine de ben en azından bugünlerde yeşermekte olan harekete tanıklık eden biri olarak kendi düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
İsmail’in de bahsettiği o heyecan verici gelişmeler beni çok heyecanlandırdı ve duygulandım. Gerçekten o heyecan çok önemli, çünkü gerçekten bir şeyleri başarabilme heyecanı bu. Tam da bu sistemin bizden çalmaya çalıştığı özelliklerimize, yetilerimize, duyularımıza canlılık katıyor. Bence bu sistem, yani kapitalizm bizim umudumuzu, duygularımızı, başarabilme yetimizi çalıyor, yok ediyor ve bizleri etkisiz, biçare ruh haline hapsediyor. Biz tek tek bireyler olarak ya da küçük bir grup olarak ne yapabiliriz ki diye düşünüp etkisizleştirilmeye çalışılıyoruz. Ancak bir şeyler başarabilirsek bu biçare ruh halinden çıkabiliyoruz. Mesela İsmail’in yaşadığı şu yakın dönemdeki olaylar ya da Arca, senin ilk başta yaşadıklarını, yaptıklarını düşün, bence bu deneyimler çok önemli bu yoksunlaştırma durumundan sıyrılabilmek için. Ama bunları bir şekilde süreğen hale getirmek zorundayız.

O yüzden ilk olarak önümüze kısa sürede çözebileceğimiz, kotarabileceğimiz, sorunları koyarak işe başlayabiliriz. Bu kısa sürede çözülmesi mümkün olmayan sorunları önümüze hedef olarak koymayalım anlamına gelmiyor tabi ki. Burada bence önemli olan farklı hareketlerden yola çıkarak ve çok farklı yollardan beslenerek küçük adımlarla yeni politik alanlar açmak zorunda olmamızdır. Aslında gerçekten toplumsal, politik, psikolojik olarak kendimizi geliştirebileceğimiz, kendi yaşamımızı kendi ellerimizle ve yüreğimizle kuracağımız yeni olanaklara zemin hazırlayacak ve bunları besleyecek yeni yaşam alanları açmak zorundayız. Çünkü bu sistem bize yaşam alanı tanımıyor. İşte bu yüzden insanların kendi sorunlarına sahip çıkacakları kendi yaşamlarına doğrudan katılabilecekleri yaşam biçimlerini yeniden düşünmek zorundayız. O yüzden doğrudan demokrasiyi yeniden oluşturmanın zeminini ve yollarını keşfetmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Mesela son yıllarda Karaduvar’da, Mersin’de yaşananların önemli olduğu kanısındayım. Mersin’den arkadaşlar yok, ama Akdeniz Sosyal Forumu’ ndan Kemal bey vardı. İsmail’le tanışmalarını da isterdim. Bu arkadaşlar Bergama hareketine benzer bir biçimde doğrudan demokrasi forumunu Karaduvar Çevre Meclisiyle gerçekleştirdiler mesela.

Oradan bir örnek vereyim: Karaduvar, Mersin’in yaklaşık 2000 kişilik büyük bir mahallesi. Petrol dolum şirketi 2004 yılında petrol dolum tesisleri kurdu, ama boruları ve tesisatı mevzuata uygun döşemediği için Karaduvar mahallesinin her tarafında irili ufaklı yangınlar çıktı. Toprak yandı. İnsanlar tuvalete giriyorlar, kazayla sigara içecek olsalar evleri yanıyor. Yangınlar çıkıyor, çünkü musluklardan petrol akıyor. Tabii kimileri bunu kullandı, petrolü alıp sattı. Ona sattı, buna sattı, gelir elde etti falan filan, ama orası genellikle bahçecilikle ve balıkçılıkla uğraşan ve geçinen bir yer. Ancak sebzelerini sulayamaz oldular bir süre sonra, su yok, suların hepsi petrole bir şekilde bulaşmış durumda. Bu adamlar yaklaşık bir iki aylık süre içerisinde 500-1000 kişilik açık toplantılar düzenlediler. Herkesi yakan bir sorunla yüz yüzeydiler, bir nevi siyaset üstü bir durumdu karşılaştıkları, o yüzden bu denli geniş katılım sağlayabildiler toplantılarda.  Şimdi siyaset üste derken, siyaset dışı bir durumdan bahsetmiyorum. Ben oldum olası politik ekolojiyi savunan biriyimdir. Ekolojik problemlerin aslında toplumsal nedenleri olduğunu düşünüyorum ve toplumsal nedenleri çözmeden ya da bu çelişkileri dikkate almadan, sadece nötr çevre hareketleriyle, sadece çevre düzenlemesiyle, ekolojik sorunların çözülemeyeceğini düşünenlerdenim. Dolayısıyla siyaset üste derken, şu anda yüksek siyaset olarak adlandırabileceğimiz partilerin oluşturduğu oluşumların ve kurumların ötesinde bir örgütlenmeye gittiklerini kastediyorum. Çünkü Kazdağı’nda olduğu gibi, Bergama’da olduğu gibi, diğer tüm arkadaşların olduğu yerde olduğu gibi, herkesi yakan bir sorun vardı karşılarında. Sonuçta tarafları da toplayarak 1000 kişilik toplantılarla bir meclis oluşturdular. İlk başta haftada bir, daha sonra iki üç günde bir toplanmaya başladılar ve 1000 kişilik toplantılarda bir yürütme kurulu seçtiler. Tabii seçilen yürütme kurulu sadece o 1000 kişinin aldığı kararları uygulamakla görevliydi. Bunların içinde avukatlar var, doktorlar var, diğer meslek grubundan kişiler var, bunlar o petrol dolum şirketiyle ilgili bilirkişi raporları hazırlatıyorlar. Bilirkişi raporlarında sorunun tespitinin yanında çözüm önerilerinin maliyet hesabı da çıkarılıyor ve sonra valinin, tüm parti il başkanlarının, belediye başkanlarının davetli olduğu gene 1000 kişilik bir toplantı düzenliyorlar, petrol dolum şirketinin temsilcilerini de çağırıyorlar, onlar gelmiyor tabi ve 1000 kişilik toplantıda diyorlar ki “Sorunlarımız bunlar, bunlardır.” Vali diyor ki “İyi tamam sorun budur ama, bunun çözümü kolay değil.” Adam “Hayır, kolay, bakın işte elimizde rapor var ve maliyeti de şu kadar.”

Şimdi bir çevre hareketi ya da bir toplumsal hareket ya da bir taban hareketi bunları yapmalı mıdır; bence yapmalıdır. Bir şekilde çözüm de sunmalıdır, ama tabii ki sorunu tamamıyla çözmelerini talep etmek ve beklemek doğru değil. Ama sorunun çözülebilir olduğunu tüm açıklığıyla ifşa etmek ve yetkililerin üstlerine düşen görevi icra etmeleri için baskı oluşturmak adına bu tür mücadelelerin doğru olduğunu düşünüyorum.

Sonuçta bu mücadelenin ardında yöre halkının yaşadığı sorun ortadan kalkıyor. Petrol dolum şirketi orada duruyor mu; duruyor, ama en azından o çevreye verdiği, o mevzuata uygun olmayan yapı şu anda ortadan kalkmış durumda. Bu kazanımın ötesinde bence bu mücadelenin getirdiği başka bir şey daha var, sorun odaklı başlayan bu hareket daha sonra tüm Mersin’e yayılıyor. Çöp problemine ve kendilerini ilgilendiren diğer sorunlara el atıyorlar… Çünkü bir şey başardıklarını görüyorlar. Benim anlatmaya çalıştığım nokta aslında tam da bu etki… Tabi ki tartışılabilir bu hareket, ama insanlar kendi yaşamlarıyla ilgili bir sorun üzerinden örgütlenip, kendi sorunlarına kendi yaşamlarına sahip çıkıyorlar ve orada bir şeyi başarıyorlar. Başardıkları için de, daha önce bahsetmeye çalıştığım kapitalizmin bizim üstümüze serptiği o ölü toprağını, o biçare ruh halini silkeleyebiliyorlar. Hayır, bizim gücümüz var, biz bu işi yapabiliriz diyorlar ve sonra küçük küçük hedefler koyarak yollarına devam ediyorlar. Kemal beyden buraya gelip bu deneyimleri bizlere aktarmasını rica etmiştim. Fevzi’den de Kemal beyin şahsında Akdeniz Sosyal Forumu’nunda bu toplantıya davet edilmesini rica ettim, sağ olsun kabul etti. Aslında Kemal bey gelecekti, ama Fevzi’den öğrendim, eşinin rahatsızlığı yüzünden gelememiş. Mesela bu hareketten çok şey öğrenebileceğimizi düşünüyorum.

Bence daha çok bu deneyimlerden yola çıkarak, daha çok ortak duygularımızı, olumlu yönlerimizi ve değerlerimizi yeniden ele alan ve bu değerleri yeniden kuran hareketlere ihtiyacımız var. Bunun için ise yeni bir ilişki tazına yeni bir dile ve politik anlayışa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum… Tamam, bu hareketin bir anti kısmı olacak, çünkü antikapitalizm olmadan sorunların özünü kavramada sorun yaşayacağımızı düşünüyorum… Bunu anlıyorum, ama vurguyu sadece karşı olmak üzerine yaptığımızda ütopyamız kadar “neyi nasıl kuracağımız sorunu” da talileşebiliyor. Oysa asıl önemli olan nasıl bir dünya nasıl bir yaşam istediğimiz ve buradan oraya nasıl ulaşacağımızdır. Nasıl ki eskiden dillere pelesenk olmuş “demokratik merkeziyetçilik” lafzındaki “merkeziyetçilik” her zaman demokrasiyi alaşağı edip yok ettiyse, toplumsal muhalefet derken de sadece muhalefet etmemiz ve gerçekten “olması gerekeni” anlatamayıp, gösteremememiz de o toplumsal yanı yok edebiliyor, çürütebiliyor. Belki biraz bunun üzerine kafa yormamız gerekiyor.

Ben özellikle insanların üzerindeki o baskı ve özgüveni yok eden o kesif sis perdesini öncelikle, bir şekilde küçük, kotarılacak işlerden başlayarak yırtmak gerektiğini düşünüyorum.  Ya da bugün sıkça dile getirilen bir dayanışma ağını yaratmak için geniş katılımlı bir toplantı düzenleyip, bu buluşmada öncelikleri de belirleyerek, bu maden yasası olur başka bir şey olur, işe başlayabiliriz… Ama onun dışında da kotaracabileceğimiz projeler belirleyip birlikte neleri yapabileceğimizi düşünmeliyiz.… Mesela genel anlamıyla bir milyon kişilik ya da 500–600 bin kişilik bir mitingi düşünün. Böyle bir mitingin ses getirmemesi mümkün değil, ama önemli olan sen, ben, bizim oğlan değil, gerçekten o iletişim dilini, o yaşayış biçimimizi değiştirerek kurabileceğimiz dili bence yeniden düşünmek. Politik ve beşeri ilişkilerde kullandığımız ve bizi her defasında yeniden yaratan dilimizi yeniden düşünmeliyiz. Biz sonuçta kimseye propaganda yapmak için burada değiliz. Burada bir sorunumuz var, bu hayati, yakıcı sorun bizi de ilgilendiriyor, çocuklarımızı da, geleceğimizi de, kısacası bu sorun yaşamın her yönünü ilgilendiren bir sorun. Bu sorunu ele alırken ve bunun karşısında mücadele ederken artık kesinlikle ve kesinlikle geçmişten gelen bildik siyasi kaygılarımızı ve alışkanlıklarımızı terk etmeliyiz. Eski örgütlenmelerden günümüze taşıdığımız bazı birikimlerimizi ve düşünme kalıplarımızı, moda deyimiyle ezberimizi sorgulamak zorundayız. Son yıllarda Türkiye’nin pek çok bölgesinden yeni ekoloji hareketleri yeşeriyor. Bu yeni hareketin / hareketlerin apolitikleşmemesi bu hareketlerin kendi elinde.  Bu ise yeni bir siyaset tarzını yaratıp yaratamayacağımıza bağlı olacak gibi görünüyor. Belki buradan gelecek için umut devşirmek mümkün olabilir. Uzattıysam kusura bakmayın, özür dilerim. Teşekkürler.