Karmaşık gerçeklikleri kavramlarla düşünüyoruz. Her ne kadar kavramlar bir soyutlama içerse de onlar olmadan çok karmaşık ve bulanık görünecek gerçeklikler, onlar sayesinde anlaşılabilir hale geliyor. Özellikle toplumsal olayları ve gerçekleri bu yüzden hep kavramlar temelinde tartışıyoruz. Ancak burada bir sorun başlıyor, eğer kavramlara farklı anlamlar yüklüyorsak tartışırken ortak bir noktaya varmak imkansız hale gelebiliyor. Ya da bir konuyu gerçekçi bir biçimde anlamamız olanaksız hale gelebiliyor. Ne yazık ki Türkçe bir çok alanda kavramların geliştirildiği bir dil olmamış. O yüzden bir çok kavram yabancı dillerden Türkçeye geçmiş. Bunu yaparken de bazen bir başka dilden terimleri olduğu gibi almışız, bazen de bunlara Türkçe bir karşılık bulunmuş ve bu Türkçe karşılık yaygın olarak kullanılmaya başlanmış. Bazen de hem yabancı terim hem Türkçe karşılığı kullanılır olmuş.

Kavramların çoğunun Türkçeye yabancı dillerden gelmesi burada çeviri sorunlarını da ortaya çıkarıyor. Türkçeleştirelim derken kimi kavramların resmi Türkçe karşılıkları gerçek anlamından uzaklaşmış ya da konuyu netleştirmek yerine kafa karıştırıcı bir rol oynamaya başlamışlar. Bu da tabii ki baştan yabancı dilden Türkçeye çevirirken özen gösterilmemesinin bir sonucu. Uzun süredir çevirileri kontrol etmekle ve çeviri redaksiyonuyla uğraşan birisi olarak bu sorunu bu yazıda iki örnekle açmaya çalışacağım.

İlk örnek olarak patriarka teriminin Türkçeye "ataerki" olarak çevirilmesine bakabiliriz. Patriarkanın Türkçeye birebir çevirisi aslında babaerki. "Ataerki" sözcüğü kullanılmaya başlamadan önce de Türkçe metinlerde daha çok Farsçadan gelen pederşahilik olarak geçiyordu ki bu da babaerkinin karşılığı. Aslında peder ve şah sözcükleri bu topraklarda 3 bin yıldır kullanılan sözcükler. Neden bunların yerine başka bir sözcük üretilmeye çalışılmış anlamak pek mümkün değil. Hastalıklı bir milliyetçiliğin sonucu herhalde diyerek geçebiliriz.

Ata sözcüğü Türkçede daha çok İngilizcede "ancestor" sözcüğünün karşılığı olarak kullanılıyor. Bu da şöyle tanımlanmış: "Bir kişinin kendisinden türediği kimse (ama genellikle nine veya dededen daha geriye giden bağ)". TDK sözlüğünde ise "Büyükbabadan başlayarak geriye doğru atalardan her biri; baba, dede, cet" tanımı yapılmış. Nedense TDK sözlüğü örnek verirken yalnız baba ve dedeyi anmış, ninenin de ata olduğu unutturulmaya çalışılmış gibi. Kadın ataları niteleyen başka bir sözcük olsa dilde cinsiyetçilikten söz edebiliriz, ancak böyle bir sözcük yok. Zaten sanırım dünyanın en cinsiyetçi dillerinde bile ata sözcüğü hem kadın hem erkek ataları kapsıyor. Dolayısıyla farklı bir cinsiyetçilik ortaya çıkmış gibi.

Bu noktada ata sözcüğünün belki de TDK'nun bu tanımından ötürü Türkçede antropoloji metinleri dışında çok kullanılmadığını belirtmek gerek. Oysa yerli halkların dilinde atalar sürekli olarak anılan çok saygın bir kavramdır. Her törende mutlaka anılırlar ve onların yarattığı değerlere sahip çıkılır. Kast edilen yalnız erkek ya da kadın atalar değil her zaman için tüm atalardır. Tek tanrılı dinler bir çok değeri bir "yaratıcı"ya bağladığı için ne yazık ki bu geleneği ortadan kaldırmış.

Patriarka kavramına dönecek olursak, TDK yukarıdaki kadın ataları unutturmaya çalışan tanıma dayanarak "ataerki" diye bir sözcük üretmiş. Aslında bunun birebir karşılığını düşünecek olursak geçmişteki ataların tahakkümü gibi algılamak gerek, ama tabii ki bu çok saçma bir terim olurdu. Onun yerine bu sözcüğün patriarka ya da pederşahilik yerine önerilmesini kadın ataların unutturulması için bir girişim olarak görmek daha doğru olur diye düşünüyorum. Aslında kısa bir dönem babaerki sözcüğü de kullanıldı, ancak nedense pek benimsenmedi. Özellikle antropoloji terimlerine aşina olmayan çevirmenlerce benimsenen "ataerki" sözcüğü yaygınlaştı. Bu sözcüğün öne sürülmesinde Kazakça gibi bazı Orta Asya dillerinde ata sözcüğünün dede anlamına gelmesi de bir rol oynamış olabilir. Ancak ülkemizde böyle bir kullanımın olmadığı ya da yaygınlaşmadığı çok açık.

Günümüzde ise “ataerki” sözcüğünün yarattığı kavram kargaşalığının bir çok boyutu var. Sözgelimi atalık tohum gibi terimler ya da ata toprağı gibi ifadeler bu sözcükten ötürü sanki erkekleri ifade ediyormuş gibi algılanıyor ve kimi kadınlar bunlara karşı çıkıyor. Oysa kadın ataların ürettiği tohumlara atalık tohum denmesinden daha doğal bir şey yok. Aksine ataların bu şekilde anılması bence geçmişimizdeki olumlu değerlere sahip çıkmak anlamında önemli.i Günümüzde Türkiye'deki toplumsal hareketlerin yerli halkların mücadeleleriyle çok bağı yok, ancak bu bağlar oluştukça ata sözcüğüne yüklenen yanlış anlamlar aradaki iletişimi zorlaştırabilir; çünkü yukarıda belirttiğim gibi yerli halklar için atalar neredeyse kutsallık atfedilen bir öneme sahip.

**
Yabancı dillerden gelen kavramların çevirisine ilişkin sorunlara bir diğer örnek de "hayvan özgürlüğü" terimi. Sanıyorum bu konuda kafa karışıklığının bir nedeni, hayvan haklarına uzun süredir kafa yoran bir düşünür olan Peter Singer'ın "Animal Liberation" adlı kitabının "Hayvan Özgürleşmesi" olarak çevrilmesi olmuş. "Liberation" bu bağlamda kurtuluş anlamına geliyor ve öyle çevrilmesi gerekirdi. Singer kitabında hayvanların kendilerini özgürleştirmesinden ya da insanların onları her türlü kısıtlamadan kurtararak "özgürleştirmesi"nden söz etmiyor. İnsanların hayvanları farklı şekillerde istismar ettiğinden söz ediyor ve hayvanların bundan kurtarılması gerektiğini savunuyor. Özellikle çiftlik hayvanlarını ele alarak onların istismara karşı hakları olduğunu ifade ediyor. Ancak Singer vejeteryan olsa da bir vegan değil, hayvanların çiftliklerde sütü için ya da başka nedenlerle beslenmesine karşı değil. Ama sözgelimi öldürülmeleri gerektiğinde en az acı verecek şekilde bunun yapılmasını savunuyor. Kurtuluştan kastı da her türlü hayvan istismarına son verilmesi.

Hayvan haklarıyla ilgili metinlerde yanlış çevirilen bir başka sözcük ise "exploitation". Bu sözcük İngilizcede hem sömürü hem de istismar anlamında kullanılabiliyor, daha farklı kullanımları da var. Çevirirken bağlama göre birinden birini seçmek gerekiyor. Ancak kimi çevirmenler -belki de çoğu çevirmen- politik metinlerde daha yaygın olarak kullanılan sömürü sözcüğünü, bağlama bakmadan Türkçe metine yerleştiriyor. Oysa sömürü TDK sözlüğüne göre "Üretim araçları sahiplerinin, başkalarının emeğine ve onların yarattıkları değerlere el koyması". Peter Singer dahil olmak üzere çoğu hayvan hakları savunucusu vegan değil vejetaryan, evcil hayvanların insanlarla ortak yaşamında ("Başka türden iki canlının dengeli ve sıkı bir iş birliği ile birbirinden yararlanarak yaşamaları durumu") sütlerini, yumurtalarını ya da emeklerini paylaşmalarını sömürü olarak görmüyorlar. Dolayısıyla onların kullandığı "exploitation" sözcüğünün sömürü anlamında değil istismar anlamında kullanıldığı çok açık.ii

Hayvan özgürleşmesinden yola çıkarak "hayvan özgürlüğü" kavramının nasıl türetildiği hakkında bir fikrim yok. Ancak yaşadığım ülkelerde hiç karşılaşmadığım gibi, webde de Türkiye dışında bu kavramı savunan bir grup ya da kişiye rastlamadım. Zaten özgürlüğün sözlük tanımı da "Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu" olarak insana yönelik bir tanım. İnsana özgü bir kavramı hayvanlara uygulamak çok anlamlı değil. Dar anlamıyla yabanıl hayvanlar zaten özgür, doğada bir kısıtlamayla karşılaşmadan yaşıyorlar. Evcil hayvanlar ise insanlarla kurdukları ilişki içinde kendilerini insan diliyle ifade edemedikleri için belirli kısıtlamalara kaçınılmaz olarak tabi oluyorlar. İnsanların onların yabanıl hayvanlara karışmaması ve yabanıl hayvanların doğal ortamını sömürüp tüketmemesi gibi bir sorumluluğu var ve bu sorumluluğu ancak belirli kısıtlamalarla uygulamak mümkün. Bir çok ülkede hayvan kurtuluşu grupları var, ancak onlar genel olarak deney ya da eğlenme amacıyla tutulan yabanıl hayvanların serbest kalmasına yönelik eylemler yapıyorlar.

"Hayvan özgürlüğü" kavramı özellikle hayvan haklarına detaylı olarak kafa yormamış gençlerin konuyu anlamasını zorlaştırıyor. Sözgelimi kedilerin ve özellikle de köpeklerin ormanlara ve parklara sokulmaması orada yaşayan sürüngenler, kuşlar, sincap ve karaca gibi hayvanların güvenliği açısından çok önemli. Ama ülkemizde bir çok kişi yabanıl hayvanları unutup evcil hayvanların "özgürlüğü"ne odaklanıyor ve onların istedikleri yere gidebileceklerini düşünüyor. Oysa bu bir çok yönden sakıncalı. Oradaki yabanıl hayvanların can güvenliği bir konu, ayrıca kurt ya da yabanıl kedi gibi özgün genetik yapısını korumuş hayvanların evcil hayvanlarla çiftleşmesi de onların özgün genetik yapılarını tehdit eden bir olasılık. Dolayısıyla evcil hayvanların böyle bir "özgürlüğe" sahip olması biyoçeşitliliğin korunması başta olmak üzere ekolojik açıdan kabul edilemez.

Sonuç olarak ülkemizde çeviriden kaynaklı sorunlar yüzünden farklı alanlarda kafa karışıklığı ortaya çıkıyor. Ne yazık ki konunun uzmanları da bunlara müdahale etmek yerine, böyle gelmiş böyle gider diye düşünerek duyarsız kalıyorlar. O yüzden sorumluluk büyük ölçüde bu alanlardaki aktivistlere düşüyor. Dolayısıyla bizim konuları daha detaylı incelemek ve kullandığımız terimleri ve sözcükleri seçerken titizlik göstermemiz gerekiyor.

 

ii Bu konuda hayvan hakları savunucusu, eko-feminist Vandana Shiva daha açık sözlü: https://ekoloji.org/te-grubu-hakkinda-2/34-hayvan-haklari-ve-biyocesitlilik/167-inek-adina