Yazar: Mine Yılıdırım

Bir önceki yazıda, et endüstrisinin sera gazı emisyonlarındaki rekor oranlara, örgütlediği (ve temel aldığı) hayvan ölümlerine ve hak ihlallerine, ekolojik tahribat ve yıkımlara rağmen, iklim krizi siyasetinde neden hak ettiği ilgiyi göremediğinin izini sürmüştüm.

Bu yazıda, et endüstrisinin ekolojik ve ekonomik örgütlenmesini biraz daha yakından ele alacağım.

Bir soruyla başlayalım: Et tüketerek iklimi koruyabilir miyiz?

Cevap kısa ve net: Hayır. Hayvanların yemek için kitlesel ölçekte yetiştirilmesi ve endüstriyel yollarla öldürülmesi, küresel iklim krizinin ve ekolojik yıkımın  itici güçlerinden.

 Dolayısıyla yemek için hayvan öldürmeyi sürdürdüğümüz sürece, gezegendeki yaşamı ve iklimi koruyabilmemiz mümkün değil. O zaman şu soruyu sorabiliriz: İklim adaleti perspektifine hayvanların yaşam hakkını savunan hak mücadeleleri perspektifini, özellikle yemek için öldüren hayvanların haklarını da dahil etmesi ve endüstriyel et üretim tesislerinin ortadan kaldırılmasını savunması gerekmez mi?

1 yılda yemek için öldürülen hayvan sayısı: En az 80 milyar

Bu rakama, eti için öldürülen ve ıslak pazarlarda satılan yaban hayvanları, su ekosistemlerinden avlanan hayvanlar dahil değil. Yılda 80 milyar kara hayvanı fabrikalarda yetiştirilip eti için öldürülüyor. Ve bu rakam, sadece fabrika çiftliklerde kayıt altında öldürülen hayvanları yansıtıyor.

Fabrikaların dışında, küçük ölçek hayvancılık faaliyetleriyle ya da kaçak avlarla öldürülen hayvanlar bu sayıya dahil değil. Ancak endüstriyel et üretimi dediğimizde, yemek için öldürülen hayvanların ezici çoğunluğunu ele geçirmiş, yaşamı ve canlılığı (livestock) metaya  dönüştürerek dünyanın her noktasına ulaştıran entegre bir üretim, tüketim ve dağıtım sisteminden söz ediyoruz.

Horozların yüzde 100’ü, tavukların yüzde 97’si, domuzların yüzde 96’sı, ineklerin yüzde 66’sı, sığırların yüzde 38’i fabrika çiftliklerde yetiştirilip eti için öldürülüyor.  

Küçük ölçekli hayvancılık tamamen bitti mi?

Hayır, endüstriyel et üretiminin hayvancılığın yaygın biçimi haline gelmiş olması, küçük ölçekli, kâr amacı gütmeyen hayvan yetiştiriciliğinin sona erdiği anlamına gelmiyor.

Küçük ölçekli tarıma, toprağı ekip biçmeye, toplanan ürünlerin tüketilmesine ya da doğrudan satışına,   hayvanların tarımda çalıştırılmasına, küçükbaş ve kümes hayvancılığına dayanan faaliyetler (avlanarak beslenme, bahçecilik, balıkçılık, tiftikçilik, oprağı işleme vb) özellikle küresel güneyde, Afrika ve Latin Amerika’da, özellikle de Muson Asyası ülkelerinde gündelik yaşamın ve geçimin temelini oluşturmayı sürdürüyor.[1]

Endüstriyel et üretimini yüksek kârlı bir üretim modeline dönüştüren temel dinamik ise, küresel ölçekte gıda üretim ağlarını ve tedarik zincirlerini şekillendirebilmesi.

Bunu mümkün kılan da, tarımsal üretimi ve hayvancılığı bütünleştirerek organize etmesi ve dönüştürmesi: İnsanı hayvanlarla, hayvanların doğayla, birbirleriyle ve diğer türlerle, toprakla ilişkisinden soyutlayarak, insan emeğini de toprağı işleme pratiğinden ayrıştırarak örgütlediği tecrit mekanlarında, canlı hayvanı (livestock) ete dönüştüren öldürme işlemini rutin biçimde yürütmesi.

Et endüstrisi bu akıl almaz boyutlarda üretime ve hayvan öldürme ve işleme kapasitesine, kâr marjlarına taşıyan ise, mekansal organizasyonu ve kurduğu üretim modeli. Merkezinde, fabrika-çiftliklerin, ya da sektörel adıyla konsantre hayvan besleme operasyonlarının (CAFO) yer aldığıbir sistemden söz ediyoruz.

Kitlesel tecrit mekânı olarak fabrika-çiftlik sistemi: Konsantre hayvan besleme operasyonları (CAFO)

Fabrika çiftçiliği ya da endüstriyel tarım adı verilen bu sistem, 1960’lı yılların başında ABD’deki fast food (hazır ya da hızlı yiyecek) zincirlerine et tedarik etmek ve et üretimini sermaye açısından daha az maliyetli, daha kârlı hale getirmek için geliştirilmiş entegre tarımsal üretim-hayvancılık modeli. Kısa süre içinde, ABD dışında da geçerlilik kazanmış olan fabrika çiftçiliği, kâr maksimizasyonu rakipsiz olduğu için tüm dünyada et üretiminin paradigmatik ve hâkim modeline dönüşmüş durumda.

 

Fotoğraf: ABD,Kewaunee’de 6000 ineği tecrit kapasitesine sahip bir fabrika-çiftlikten. Kaynak: https://www.jsonline.com/  Milwaukee Journal Sentinel Archives)

Çiftlik kelimesi, rutinleşmiş endüstriyel üretime pastoral bir tını katan hüsnütabir sadece. Tarımsal üretim ve hayvancılığı bir arada örgütleyen bu üretim modelinin belirli standartları var: Bir mezbahanın fabrika-çiftlik (ya da CAFO) olarak tanımlanabilmesi ve gerekli yasal izinleri alabilmesi için, eti için yetiştirilen ve öldürülecek en az 1000 adet hayvanın en az 45 gün boyunca toprağa ve bitki örtüsüne temas etmeden kapatılacağı tesisler olarak inşa edilmeleri gerekiyor.

Hayvanların toprağa temas ettiği, çayırlarda, meralarda otladığı, nehirlerden su içip ahırlarda samanların arasında yavruladığı çiftlikler değil bunlar. Zira bugün piyasadaki etlerin yüzde 90’ı fabrika-çiftliklerden geliyor.[2]

Yani hamburger, tavuk, köfte, biftek, döner, kebap, domuz eti, herhangi bir beyaz, pembe ya da kırmızı et, fark etmiyor. Eğer et tüketiyorsanız, yemeğinizin uzak bir köyde bir ahırda ya da kümeste yaşayan, kırlarda koşup güneşlenen, çimlere uzanarak büyüyen, vakti gelince dualar eşliğinde öldürülen bir hayvandan geldiğini düşünmeyin. Bu çiftlikler Teletabi’lerin Warwick kırsalındaki ışıltılı tepelerinden başka bir yerde kalmamış olmalı.

Bu fabrika çiftlikler sayesinde, et endüstrisi son 60 yılda kâr marjını giderek artıran yegane sektörlerden biri haline gelmiş durumda.[3] Et endüstrisinin son 60 yılda ne ölçüde büyüdüğüne işaret eden ana gösterge, öldürülmek üzere yetiştirilen hayvan sayısı:

 

Grafik 1: Fabrika çiftliklerde yetiştirilip öldürülen kara hayvanı sayısı (1960-2020)

Görsel: Kenny Torella, Vox; Kaynak: Tarım ve Gıda Örgütü, Our World in Data

Fabrika-çiftlikler, yüksek güvenlikli tesisler olarak örgütlenen tecrit mekanları.

Her yüksek güvenlikli tecrit pratiği gibi, et endüstrisinde de tecrit mekânları iki temel amaç etrafında örgütlenir: 1) fabrika çiftlikleri toplumun genelinden uzak kılmak, ve içeride olup biteni, hayvanların gördüğü muameleyi, şiddeti ve kitlesel, mekanize, rutinleşmiş öldürmeyi  gözden (ve gönüllerden) uzak, denetimden muaf biçimde örgütlemek; 2) hayvanları birbiriyle, onları öldürecek insanlarla, toprakla, doğayla ve doğal olan herhangi bir süreçten kopararak, acı çeken duyarlı bireyler (sentient) olduklarını gizlemek, böylece kâr uğruna uzun süre acı çekmelerini, bedensel ve ruhsal ızdırap içinde yaşamalarını, sakatlanmalarını, yavrularından ayrılmalarını, birbirlerinin öldürülmesine tanık olarak, korku içinde ve cezadan muaf biçimde kitlesel olarak öldürülmelerini meşrulaştırmak.

 

Görsel: Çin’deki inek fabrika-çiftliklerinden, Terminal adı verilen süt tesisinden bir görüntü. Tesiste 15.000’den fazla inek tecrit altında. (Kaynak: https://www.dairyglobal.net/)

Bu iki tecrit mantığı fabrika-çiftliklerde iç içe geçer. Birinci mantık gereği, her yıl milyonlarca hayvanın öldürüldüğü ve birim zamanda binlerce hayvanın tutulduğu fabrika-çiftlikler, kentlerden, kasabalardan, yüksek yoğunluklu yerleşim yerlerinden çok uzakta inşa edilir.

Yerleri sır gibi saklanan on binlerce kayıt dışı fabrika-çiftlik

Fabrika-çiftliklerin yeri, nerede kuruldukları bile et endüstrisi tarafından sır gibi saklanıyor. Hayvan hakları savunucuları 2020 yılında ısrarlı araştırmaları sonucunda, halka açık raporlarda yer almayan fabrika-çiftlikleri de işaretledikleri interaktif bir harita elde ettiler.

Araştırmacılar Project Counterglow adını verdikleri haritada, kayıtlı olmayan 27.500 çiftlik tespit etmiş, bunların 5.812 tanesinin yerini uydu görüntüleri yardımıyla belirlemişlerdi.

 

Görsel: Project Counterglow’un tespit ettiği kayıtlı ve kayıtdışı 27.500 fabrika-çiftliğin coğrafi konumu. (Kaynak: https://www.counterglow.org/)

2018 yılında Chris Delforce’un yönetmenliğini yaptığı, hayvan hakları savunucusu sanatçı  Joaquin Phoenix’in seslendirdiği Dominion adlı belgesel, fabrika-çiftliklerde çekilen gerçek görüntülerle, bu kanlı endüstrinin iç yüzünü ortaya çıkarmıştı.

İlerleyen dönemdeki yazılarımda, COP27’de yer verilmeyen bir başka başlık olan et endüstrisinin su tüketimini, hava, toprak, su kirliliğine katkısını ele alacağım.

Not: Geçen haftalarda bu köşede okuduğunuz endüstriyel balıkçılık yazılarına balina avcılığı ile devam edeceğimi yazmıştım. Okurlar unuttuğumu sanmasın, balina avcılığını da bu yazı dizisi kapsamında iklim krizi bağlamında ele alacağım. Çok yakında.

İKLİM KRİZİ VE İNKAR YAZI DİZİSİ

COP27'de sesi duyulmayanlar: Yemek için öldürülen hayvanlar 

 
 

[1] Muson Asyasındaki geçim ekonomilerine ilişkin bkz. Gibson, K., vd. (2018), Community economies in Monsoon Asia: Keywords and key reflections. Asia Pacific Viewpoint, p. 59: 3-16. https://doi.org/10.1111/apv.12186

 [2] Bu oran ABD’de %99’a ulaşmış durumda. Yani ABD’de bir vatandaşın yediği etin bu tesislerden üretilmemiş olma olasılığı yok denecek kadar az. https://www.vox.com/future-perfect/2022/9/12/23339898/global-meat-production-forecast-factory-farming-animal-welfare-human-progress.

[3] Et endüstrisinin kârlılığı, emek ilişkileri ve hayvanlarla kurulan ilişkilerin kâr maksimizasyonu ilkesi ışığında dönüşümü ile ilgili tartışmalar için bkz. Nibert, David Alan. Animal Oppression and Capitalism. Praeger, 2017.

 

Bu yazı ilk olarak bianet.org sitesinde 24 Kasım 2022 tarihinde yayınlanmıştır