Erdoğan'ın kızlı erkekli öğrenci evlerini gündeme getirmesini nasıl okuyabiliriz? Aslında bu tür yaşam tarzına yönelik beyanatlar ve müdahalelerle yeni karşılaşmıyoruz. Özellikle seçim dönemlerinde toplumu geren, farklılıkları zenginlik olarak değil birer tehlike olarak gösteren beyanatlara sıklıkla tanık olduk, oluyoruz.  Özellikle "Gezi" sürecinde bu tür açıklamaların bini bir para etmedi.

Önce çok bilindik bir hikâye ile başlayalım:  bu hikâye küçük bir çocuk, büyük bir hayal ve dışarıdan bakılınca küçük çocuğun o büyük düşünü gerçekleştirmesinin önünde duran koskocaman bir yokluk-eksiklik hali- ya da zayıf yanıyla ilgili…

Küçük çocuğun büyük ideali; büyüyünce iyi bir judo ustası olmakmış. Gelin görün ki talihsizlik bu ya, çocuk geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu sol kolunu yitirmiş. (Sakın “sol” kolu niye buraya koydun şimdi demeyin… Hikâyenin orijinali böyle, baştan söyleyeyim, maksat tamamen hikâyeye sadık kalmaktan ibaret…)

Murray Bookchin, devlet yönetimi (statecraft) ile politikayı birbirinden ayırır. Devlet yönetimi; devletin kurumların ve bu kurumların himayesinde yaşayan insanların ve halkların, “profesyonel” olarak yönetme işiyle uğraşan – seçilmiş ya da atanmış – kişiler tarafından yönetilmesi-idare edilmesi- anlamındadır. “Politika” ise -antik Yunan’daki anlamına sadık kalarak- insanların birey – yurttaş – olarak kendi kurdukları halk meclislerinde ya da yapılarda doğrudan kendi hayatları ve toplumsal meselelerde söz sahibi oldukları bir eylem biçimi, yaşam alanı ve tarzıdır.

Gezi Parkı protestolarına yönelik AKP deki farklı sesleri bir kenara koyarak, hükümetin ve Başbakan’ın tavrını bir bütün olarak değerlendirmek gerek. Her ne kadar süreçte otoriter bir figür olarak Tayyip Erdoğan arz-ı endam ettiyse de, bu süreci sadece bir siyasi lider üzerinden okumak ve değerlendirmek doğru değildir. Aksi takdirde bu yaklaşım Gezi’nin ruhunu, “herkes için” ve “hep beraber” daha özgür daha demokratik ve daha onurlu bir yaşam talebi üzerinden şekillendirildiğini göz ardı etmek olur.

Kürt meselesinin çözülmesini istemeyecek pek çok aktörün olabileceği ve barış sürecinin sabote edilebileceği riski maalesef her zaman pusudadır. Önemli olan barış sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi konusunda PKK-BDP ile AKP iktidarının tavrının ve iradesinin ne kadar samimi ve net olduğudur.

Tahmin edeceğiniz gibi başlık zaytung.com sitesinden aşırmadır. Bir farkla, zaytung.com’da 140 Karakterciler, Beş Hececiler, Yedi Meşaleciler gibi Türk edebiyatımızdaki akımlardan biri olarak lanse edilmişti. Biz ise bu kısa yazıda 140 Karaktercileri sadece edebiyat akımı olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasi bir akım olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyoruz. Şöyle ki; Gezi parkı, nam-ı diğer çapulcular hareketinin özellikle twitter ve facebook gibi sosyal medya aracılığıyla çığ gibi büyüdüğü düşünüldüğünde; bu hareketi 140 Karakterciler hareketi olarak da “adlandırabileceğimizi” düşünüyorum. Her ne kadar henüz daha “anlamlandıramasak” da…

Kürt meselesinin çözülmesini istemeyecek pek çok aktörün olabileceği ve barış sürecinin sabote edilebileceği riski maalesef her zaman pusudadır. Önemli olan barış sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi konusunda PKK-BDP ile AKP iktidarının tavrının ve iradesinin ne kadar samimi ve net olduğudur.