Murray Bookchin'in doğumunun yüzüncü yılını kutlayan kızı Debbie'ye, hatırasını onurlandırmak ve devrimci mirasını yansıtmak için bir dizi eski arkadaşı, öğrencisi ve yoldaşı katıldı. Roar Magazin'de yayınlanan bu anmadan bazı bölümleri sizin için çevirdik.


Debbie Bookchin

Benim için babamın kalıcı mirası, toplumsal sorunlara getirdiği diyalektik düşünce biçimidir: Doğayı ve toplumu süreç içinde, hiçbir zaman durağan olmayan bir şekilde görme dürtüsü; her şeyi yalnızca oldukları gibi değil, dönüşme potansiyelleriyle birlikte değerlendirmek. Doğumunun 100. yıldönümünde, asla umutsuzluğa kapılmamamızı, dünyayı yeniden yaratmak için düşüncelerin gücünü kutlamamızı isterdi; kendimizi, kardeşlerimizi, komşularımızı ve arkadaşlarımızı eğitmeye devam etmemizi ve hepsinden önemlisi fikirlerimizi hayata geçirerek onun mirasını devam ettirmemizi isterdi.  

İnsanlığın, doğal ve organik olan Komün yaşamından köleci devletli yaşama zorla geçirilmesi bir karşı devrimdi. İhtiyacımız olan (hatta zorunlun olan) ise, insan yaşamını günümüz somutunda yeniden komünleştirmek. Bu da ancak içinde yaşadığımız devletli sistem olan kapitalist emperyalizmi yok edecek kalıcı, toplumsal bir devrimle mümkün. Zira günümüze kadar sayısız köle ve köylü isyanları, kapitalist dönem de de büyük devrimler komünal inşa için yeterli ve kalıcı olamamıştır.

Çocukluğumda, büyüklerin “Allah zihin açıklığı versin” diye dua ederek okula gönderdiklerini anımsarım. Jiddu Krishnamurti söz konusu temenniyi doğrular nitelikte ,”Bir insan her hangi bir inanç, ideoloji ve ön yargı ile zihnini doldurmuşsa o kişi zihnini boşaltmadan asla yeni şey öğrenip değişemez, değişebilmesi için zihnini açık tutması gerekir.” der. Çocukluğumdaki temenni ve Krishnamurti’nin sözü geçen yaz yaşadığım bir olayı anımsattı.

İktidarın nasıl kavramsallaştırılacağı ve nasıl anlaşılması gerektiği yönünde pek çok görüşün olduğu aşikâr. Özellikle toplumsal politik hareketler açısından iktidar mevzuu ne yazık ki çoğu kez üstün körü düşüncelerle geçiştirilmekte. Oysa toplumsal politik bir hareketin iktidarı nasıl kavramsallaştırdığı ve onu nasıl ele aldığı kelimenin gerçek anlamıyla “hayati” bir meseledir. Zira iktidara ve iktidar ilişkilerine bakışımız nasıl bir toplumda ve dünyada yaşamak istediğimiz ile doğrudan ilişkilidir. Bu kısa yazıda Bookchin’in oluşturduğu toplumsal ekoloji/komünalizm perspektifinden iktidar anlayışını ele almaya çalışacağım.(1)

Murray Bookchin henüz 9 yaşındayken katıldığı Genç Öncüler örgütünden yaşamının sona erdiği 85 yaşına kadar devrim için çabalamış, kendini devrime adamış ve her yönüyle devrime kafa yormuş bir düşünür. Doğaldır ki bu 76 yıl boyunca devrime bakışı değişmiş ve giderek daha olgunlaşmış. 1950'lere kadar işçi sınıfının öncülüğünde tipik bir proleter devrime inanırken, 1960'larda toplumsal ekoloji düşüncesine dayanan "kıtlık sonrası anarşizmi" geliştirmek ve buna uygun bir devrime yönelmek gerektiğini savundu. 1990'ların sonunda ise düşünsel olarak anarşizmden kopup geliştirdiği düşünceleri komünalist çerçevede yeniden formüle etti.

 Bu yazıda Bookchin'in devrime bakışını özellikle kaynaklandığı temeller itibariyle ele almaya çalışacağım. Bookchin aslında geliştirdiği yaklaşımlarla devrime bakışta devrim yapmış bir düşünür. Kendisinden önceki Marksist, anarşist ve diğer devrim anlayışlarını incelemiş ve sonuçta yeni bir sentez üretmiş durumda. Bu sentez bazı yönleriyle Marx'dan kaynaklı, bazı yönleriyle anarşist olarak nitelenebilir, ama bütün olarak ele alındığında her iki anlayışı da aşan özgün bir yaklaşım.

Murray Bookchin daha çok özgürlükçü ve ekolojik bir toplum için mücadeleyi öngören toplumsal ekoloji düşüncesini geliştirdiği yazıları ve kitaplarıyla biliniyor.  Bookchin 1980 yılına kadar yayınlarında ekolojik sorunları analiz etti, kapitalizmin yarattığı ekolojik krizi vurguladı  ve bu krizi aşmaya yönelik politikalar geliştirdi. 1981'de yayınlanan Özgürlüğün Ekolojisi kitabı ile de bu politikalara antropolojik ve felsefi bir temel oluşturdu. 1995'te yayınlanan Toplumsal Ekolojinin Felsefesi yapıtında ise diyalektik doğalcılık felsefesini açıkladı.

Yazar: Murray Bookchin

Bugün anarşizm radikal çevrelerde le mot du jour [günün sözcüğü] haline geldiğinde, anarşiye dayalı bir toplumla sosyal ekolojinin ilkelerine dayalı bir toplum arasındaki fark açıkça belirginleşir. Otantik anarşizm her şeyden önce bireysel kişiliğin tüm etik, siyasal ve toplumsal bağlardan özgürleşmesi arayışıdır. Fakat bunu yaparken tüm devrimcilerin toplumsal bir ayaklanma döneminde karşısına çıkan, çok önem taşıyan ve çok somut olan iktidar konusuna yönelmekte başarısız olur. İktidarın nasıl kazanılacağı ve özgürlükçü bir toplumda eşit bir şekilde nasıl dağıtılacağına yönelmektense, anarşistler iktidarı ele geçirilmemesi, imha edilmesi gereken özü itibarı ile kötücül bir şey olarak düşünürler. Örneğin Proudhon bir zamanlar iktidarı hiçbir sınır olmaksızın böleceğini ve tekrar böleceğini söylemişti, ta ki sonuçta var olmaya son verene kadar. Proudhon, bireyin üzerinde otorite uygulayan yönetimin en küçük bütünlüğe kadar indirgenmesi gerektiğine yönelik iyi niyet beslemiş olabilir, ancak bu saptama iktidarın var olmasının gerçekten sona erebileceğini, yerçekiminin ortadan kaldırılabileceği mefhumu kadar saçma olan bir yanılsamayı devam ettirir.

Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin

Küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin tüm şiddetiyle kendini hissettirdiği bir çağda yaşıyoruz. Somali ve Afrika’daki büyük kıtlık, dünyanın pek çok yerindeki kuraklık, seller, tufanlar yaşadığımız yüzyılın ortalarında sıradan olaylar olmaya aday gibi görünüyor. Öte yandan milyonlarca insanı yerinden yurdundan söküp atan iklim değişikliklerinin yanı sıra yoksulluk, savaşlar, sosyal adaletsizlik ve etnik-dini çatışmalarla da daha sık karşılaşacak gibiyiz. Hangi aşamasında olursak olalım, kapitalizmin içinde yaşadığımız gezegeni yok etmekte, toplumsal ve psişik yaşamımızı büyük oranda yoksunlaştırmakta ve bir yok oluşa doğru sürüklemektedir. Kapitalizmin gerek bireysel gerek toplumsal gerekse doğal dünyayı kısırlaştırdığı çok açık.

 

Yazar: Murray Bookchin

Çok az argüman, yüz-yüze katılımcı demokrasi durumuna karşı çıkmak için bizim “kompleks bir toplumda” yaşadığımız iddasından daha etkili bir şekilde kullanılmıştır. Bize modern nüfus merkezlerinin taban düzeyinde doğrudan karar vermeye izin vermek için fazla büyük ve nüfusça yoğun olduğu söyleniyor. Ve ekonomimiz ticaretin ve üretimin karışıklıklarını çözmek için, muhtemelen, çok “küresel” dir. Günümüzün ulusgeçişli, genellikle yüksek derecede merkezileşmiş toplumsal sisteminde, devlet içinde katılımı artırmanın, bürokratik kurumların etkinliğini azaltmanın politik ve ekonomik yaşam üzerindeki halk kontrolünün ütopik “lokalist” tasarılarını geliştirmekten daha iyi olduğu tavsiye edilir.

Endüstriyalist kapitalizm gelişirken kentle kır arasındaki uçurumu gittikçe arttırdı. İnsanlar iş ve aş bulmak için kentlere göç etmek zorunda kaldı. Aynı zamanda kentin kozmopolitan yapısı insanları özgürleştirir diye umuluyordu. Oysa kırdaki dayanışma ruhunun kentte yok olduğunu görmek uzun sürmedi. Bu bağlamda 19. yüzyıl başlarında örneğin, Charles Dickens’in romanlarında konu ettiği Londra’ya kırsaldan gelenlerin kültürel çatışmaları ve artık yalnızlaşmakta olan birey vardı.