Akbelen’de kömür sanayisi için kesilen ağaçlar bize neler söylüyor?
Milas'ın İkizköylüleri dört yıldır sürdürdüğü haklı yaşam mücadelesine daha da derinden hançer yedi!
24 Temmuz sabahı erken saatlerde, beşli çeteden Limak'ın kesim ekipleri, jandarma ve TOMA'lar eşliğinde Akbelen Ormanı'na girip ağaç kesim işlemine başladı. Gerekçe, ekonomik ömrünü tamamlamış Kemerköy ve Yeniköy kömürlü termik santralleri için ham madde sağlamak!
İkizköylüler, uzun süredir verdikleri hukuk mücadelesiyle ve son iki yıldır da bizzat 24 saat nöbet tutarak 740 dönümlük Akbelen Ormanı'nı korumaya çalışıyorlar. Türkiye ekolojisi açısından kalan bu neredeyse tek yerel kızılçam dokusunun korunmasının neden hayati önem taşıdığını ekolojistler açıklamıştı: "Akbelen, bölgenin yağmur toplama havzasıdır. Köylüler topraklarını satmasa bile su varlıkları ortadan kalktığında bu arazilerde tarım yapma imkânı da ortadan kalkacak."[1] Bilindiği gibi Milas zeytini, kalitesiyle Avrupa çapında coğrafi işaret almayı hak etmiş durumda. Kesilmek istenen ormanlık alanın bir kısmı da zeytinlik. Zeytin ise köylülerin başlıca geçim kaynağı.
Renkler ve Pencereler Söyleşileri
Renkler ve Pencereler grubunun düzenlediği söyleşiler programında 29 Haziranda Reha Alpay "Eşitlikçi Toplumlar, Devletli Toplumlar ve Demokrasi", 6 Temmuzda ise İbrahim Özkurt "Komünal Yaşam İçin Ne Yapmalı Nasıl Yapmalıyız" başlıklı sunuşlar yaptı ve soruları yanıtladı. Bu söyleşiler Renkler ve Pencereler youtube kanalında yayına konuldu.
Eşitlikçi Toplumlar, Devletli Toplumlar ve Demokrasi sunuşu
Komünal Yaşam İçin Ne Yapmalı Nasıl Yapmalıyız sunuşu
https://www.youtube.com/watch?v=iWZ8DQBgGRc
https://www.youtube.com/watch?v=7lP7so_W6qc
https://www.youtube.com/watch?v=rxWt3uqTzT0
Arkeologlar İndus Uygarlığında Yönetici Bir Sınıfa Dair Neden Kanıt Bulamıyor?
Yazar: Adam S. Green
Bu makale Independent Media Institute'un bir projesi olan Human Bridges tarafından hazırlanmıştır.
Bir asırdan biraz daha uzun bir süre önce, İngiliz ve Hintli arkeologlar İndus Vadisi'nde daha önce bilinmeyen bir uygarlığın kalıntılarını kazmaya başladılar. Pakistan ve Hindistan'ın bazı bölgelerini kapsayan ve Afganistan'a kadar uzanan bu bölgede kaşiflerin ortaya çıkardığı kültür, eski Mısır ve Mezopotamya'dakilerle aynı zamanda var olmuştu ve çok daha geniş bir alanı kapsıyordu. Aynı zamanda şaşırtıcı derecede gelişmişti: karmaşık ve sofistikeydi, büyük, özenle düzenlenmiş şehirlere, nispeten varlıklı bir nüfusa, yazıya, su tesisatına ve banyolara, geniş ticaret bağlantılarına ve hatta standartlaştırılmış ağırlık ve ölçülere sahipti.
İndus Vadisi Uygarlığı nasıl bir toplum olarak biliniyordu? Orada kimler yaşıyordu ve kendilerini nasıl organize ediyorlardı? Arkeologlar ve diğer uzmanlar bu soruları bugün de soruyor, ancak ilk kaşifler bazı benzersiz özellikleri çoktan fark etmişlerdi.
Depremin Böylesi Bir Afet Haline Gelmesi Kaderimiz mi?
Yakın zamanların en büyük depremlerinden birini ülkemizde yaşadık. Gerçek insan kaybını muhtemelen hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Resmen açıklanan kayıp sayısı her geçen gün artıyor. Binlerce çocuk öksüz ya da yetim kaldı. Binlerce anne, baba onca emek ve sevgiyle büyüttükleri çocuklarını kaybetti. Evsiz kalmak, anıları kaybetmek ayrı bir acı.
Genelde bunca kayıptan sorumlu olarak yanlış yerleşim yerleri planlarından, kurallara uygun yapılmayan binalardan, denetimlerin yapılmamasından söz ediliyor. Gerçekten de dere yataklarına, daha çok tarıma uygun olan alüvyonlu arazilere yerleşimlere izin verilmeseydi kayıplar daha az olurdu. Yeni binalar kurallara uygun yapılsaydı, yapılmayanlara denetim sonucunda yerleşmeye izin verilmeseydi binlerce yaşam kurtulurdu. Daha ötesi depreme uygun olmayan iskansız binalarda yaşayan insanlara, depreme karşı dayanaklılık önkoşulu aranmadan uygulanan imar afları ile artık bir sorun olmadığı ya da sorunlarının çözüldüğü söylendi.
Güney Halklarından Ekososyal Enerji Dönüşümü için Manifesto
Liderlere, kurumlara ve kardeşlerimize bir çağrı
COVID-19 salgınının patlak vermesinden iki yıldan fazla bir süre sonra -ve şimdi Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin feci sonuçlarıyla birlikte- bir "yeni normal" ortaya çıktı. Bu yeni küresel statüko, sosyal, ekonomik, siyasi, ekolojik, biyo-medikal ve jeopolitik olmak üzere çeşitli krizlerin kötüleşmesini yansıtıyor.
Çevresel çöküş yaklaşıyor. Gündelik yaşam giderek daha da askerileşmiştir. İyi gıdaya, temiz suya ve uygun fiyatlı sağlık hizmetlerine erişim daha da kısıtlı hale geldi. Daha fazla sayıda hükümet otokratikleşti. Zenginler daha zengin, güçlüler daha güçlü hale geldi ve düzenlenmemiş teknoloji bu eğilimleri yalnızca hızlandırdı.