27 Mayıs'ın Ardından: Darbe Korkusu
Darbe en kaba hali ile halkın yönetiminde zaafları olduğunu gören silahlı kuvvetlerin silahından ve hiyerarşisinden aldığı güç ile demokrasiyi ortadan kaldırmasıdır. Bilindiği üzere böyle dönemlerde işçi haklarından söze edilemez.
Uzlaşmak mı? Yüzleşmek mi?
Bazı kavramların kutsal bir halesi vardır. Bu kutsal hale o kavramı tarihin ve mekânın dışına itip, tartışmasız her daim “iyi” ve hayırlı bir anlamla yükler. Ne var ki kavramları bağlamından kopardığımızda, çoğu kez o kavramın birbirine zıt anlamlarla yüklenmesi pekâlâ mümkündür. Örneğin bugünlerde dilimize pelesenk olan “uzlaşmak” kavramını ela alalım. En basit tarifle uzlaşmak, tarafların karşılıklı olarak bazı taleplerinden vazgeçip, ortak bir noktada mutabık kalmaları anlamına gelir. İlk bakışta çok olumlu bir tavır olarak algılanan bu davranış, pekâlâ bir muharebenin ya da savaşın her hangi bir anında, komutanlar tarafından yapılmış taktik bir manevraya da işaret edebilir. Öte yandan nerede uzlaşılacağı ve bu uzlaşmanın doğuracağı sonuçlar da meselenin bağlamından bağımsız ele alınamaz. Sorunları çözmeyi değil ertelemeyi hedefleyen bir uzlaşmaya sırf taraflar uzlaştı diye sevinmeli, böylesi bir tavrı hayırlı bir işmiş gibi alkışlamalı mıyız? O yüzden uzlaşmadan bahsederken gerçekte neyi talep ettiğimizi, nelerden vazgeçeceğimizi ve nihayetinde tüm bunların toplumsal ilişkilerimizi ve kurumlarımızı daha adil, daha demokratik ve daha iyi bir noktaya taşıyıp taşımayacağını da düşünmeliyiz.
Toplumsal Hareketler Forumu 2007
Toplumsal Hareketler Forumu, 2007, TMMOB, ANKARA.
Şadi İdem, Toplumsal Ekoloji Grubu; buyurun.
Arkadaşlar; merhaba.
Aslında bugün burada olmaktan dolayı gerçekten çok mutluyum; bilmediğim pek çok şey öğrendim bugün. Eski dostları görme fırsatım oldu, zira Diyarbakır’dan buraya gelmek aslında hem iş yoğunluğu, hem diğer nedenlerden dolayı her zaman çok kolay değil. Kendi açımdan baktığımda sabahtan beri dinlediklerimden öğrendiğim en güzel şey, aslında Ümit’in de biraz önce bahsettiği gibi, Türkiye’de ekoloji hareketinin, gerçekten tabana dayalı bir ekoloji hareketinin kendiliğinden de olsa, sorun odaklı da olsa yavaş yavaş yeşermeye başlaması. Bu bence çok güzel bir şey, çünkü biz çok önceleri bunları özellikle Bergama hareketinde yaşadık, bir ara Akkuyu’ da benzer şeyleri yaşadık, ama tabiri caizse bir türlü bu hareketleri kurumsallaştıramadık, hep birbirinden bağımsız parça parça hareketler olarak kaldık. Aslında belki burada şunu söylemekte yarar var; şimdi yeni bir hareket yeşeriyor. Daha doğrusu pek çok yerden yeni ekoloji hareketleri yeşeriyor, ama öz olarak politik, taban inisiyatifine dayalı ekolojik bir hareket yeşeriyor, ancak bu hareketin bütün olarak ya da parça parça da olsa apolitikleşme riski var, tıpkı geçmişte yaşadığımız gibi. Sadece ülkemizde değil, Avrupa’daki bazı ekoloji hareketlerinin tarihinde de buna tanıklık ettik, maalesef.
Neden ‘sol-ekolojik’ bir düşünceye ihtiyacımız var?
Ekolojik ve toplumsal sorunların iç içe geçtiği ve giderek şiddetini arttırdığı bir çağda yaşıyoruz. Bir yanda giderek artan gelir dağılımındaki adaletsizliğe eşlik eden ekonomik ve sosyal yoksulluk ve yoksunluk durumu, öte yanda ekolojik problemlerin daha hissedilir olduğu bir ekosistem. Gerek toplumsal dünyamızda gerek insansız doğadaki yoksunluk ve erozyon, birbiriyle yarışmakla kalmıyor adeta içiçe geçip çığ topu gibi büyüyor. Öyleki önceleri sadece ekoloji-yeşil çevrelerde dillendirilmeye çalışılan iklim değişikliği meselesi, ki günümüzün en acil ve önemli meselelerinden biridir, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin yayımladığı son rapor (1) ile magazin programlarını bile süslemeye başladı.
Vicdanımdaki Ama(n)sız Darbe İzi
Vicdan, ‘kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç’ olarak tanımlamış Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde. Gelin son zamanlarda ülke olarak yaşadıklarımızı vicdanımızın süzgecinden geçirelim. Belki de böylece kesif sis perdesiyle örtülü yaşamlarımızdan aydınlığa çıkma fırsatımız olur, kim bilir.
İlk olarak son dönemde Türkiye’de yaşanan gelişmelere nasıl tepki ver(me)diğimizin muhasebesini yapmalıyız elbette. Ardından demokrasi, özgürlük gibi değerleri sadece bizim gibi olanlar söz konusu olduğunda değil, ‘öteki’leştirilen herkes için su gibi, ekmek gibi, hava gibi hayati bir değer olarak savunup savunmadığımızı tartmalıyız vicdanlarımızda. Son günlerde ülkemizde yaşadıklarımızı daha doğrusu yaşananlara verdiğimiz tepkileri vicdan imbiğinden geçirdiğimizde manzaranın iç acıcı olduğunu söylemek mümkün değil maalesef. Hükümetiyle muhalefetiyle siyasi partilerin çoğu gibi kamuoyu olarak, bizim de bu manzaradan muaf olduğumuzu söyleyebilir miyiz?