Söyleşi: Yerel Hareketlerden Evrensel Mozaiğe
Bir Yaşam Tarzı Olarak Permakültür
Emet Değirmenci, kendini permakültüre ve sürdürülebilir yaşam tarzına adamış bir kişi. 14 yıl boyunca jeofizik mühendisi olarak sismoloji alanında çalıştıktan sonra, ekoturizm diploması ve ardından üç permakültür sertifikası alarak kendini bu alanda öğreticiliğe adadı. Hem yurtdışında hem yurtiçinde birçok konferansa konuşmacı olarak katılan ve “Kadınlar Ekolojik Toplumda” isimli bir kitabı da olan Değirmenci ile toplumsal permakültür, kalıcı kültür ve kentte sürdürülebilir yaşam üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Politik Ekoloji ve Sol
Tanıl Bora ile söyleşi
Şadi İdem: Son dönemde çoğunlukla sosyal demokrasi / merkez sol odaklı da olsa, "sol düşüncenin" sorunları ve yeni bir sola ihtiyaç olduğu daha geniş bir kesimde yeniden tartışılmaya başlandı. Solu daha çok sosyalist-anarşist-marksist yelpazeyi içerecek şekilde düşündüğümüzde, sizce "21.yüzyılın şafağındaki yeni bir sol tahayyülün nirengi noktaları neler olmalıdır?"
Küreselleşme Kıskacında Türkiye'nin Ekolojik Tarımı
Endüstriyalist-kapitalizm; IMF (International Monatery Fund), Dünya Bankası (DB), 1995 den bu yana Dünya Ticaret Örgütü (DTO), Avrupa Birliği (AB)'nin Ortak tarım Politikaları (OTP) gibi organları vasıtasıyla tahakkümünü sürdürürüyor. Tarım da bu gidişattan fazlasıyla nasibini alıyor. Verilere göre ‘zengin ülkelerde tarımla uğraşanların sayısı genel nüfusa oranla çok azalmış durumda ve yalnizca % 2 ila %6 dolaylarındadır'(1). Bu oran 1990 ların gerçeğini göstermekle birlikte 21. Yüz Yılda durum daha da vahimdir.
Kürt Sorunu Üzerine Liberal Tartışmalar
Bir süredir liberal sol yazarlar Kürt sorununun çözümü ve AKP bağlamında farklı yaklaşımlar ortaya koyarak tartışıyorlar. Bir argüman Kürt özgürlük hareketinin çözüm için "derin devlet"le uzlaşmaya çalıştığı, AKP'yi düşman ilan ettiği şeklinde. Bir diğeri ise silahlı ve barış yanlısı iki PKK olduğu ve buna dayalı argümanlar.
Bu tartışmayı izlerken liberal düşüncenin devlet ve demokrasi kavramlarını nasıl ele aldığını gözönüne almadan argümanları anlamak biraz zor. Çünkü yazarlar Marksist kökenli olsa da liberal düşüncelerden büyük ölçüde etkilenmiş bir konumdalar.
Biyoçeşitliliği Korumak mı? Totalitarizme Giden Çevre Yolu Mu?
12 Eylül 2010 tarihinden sonra AKP hükümetinin “ileri demokrasi” söylemi ile siyasal ve toplumsal yaşamı kuşattığı bir ortamda güllük gülistanlık yaşıyorken Trabzon Tabiatı Koruma Kurulunca İkizdere’nin doğal sit alanı ilan edildiğini öğreniverdik. Ardından büyü bozuldu, pandoranın kutusu açıldı. Türkiye’de 1600’e yakın HES kurulmasının planlayan hükümetin Başbakanı “bu çevreciler önümüzü kesiyorlar”, dedi. Çevre ve Orman Bakanı da HES karşıtlarını vatan hainliğiyle suçlamaktan geri kalmadı. Ve yıldırım hızıyla AB uyum yasaları çerçevesinde biyoçeşitliliği koruma iddiasıyla ve devlet aklının o ünlü zihniyetini hatırlatırcasına,“Tabiatı ve biyoçeşitliliği koruma kanunu tasarısı” meclise getirildi. O devlet zihniyeti değil miydi ki “bu ülkeye komünizim gelecekse onu da biz getiririz” diyen. Şimdi de o devlet aklına savaş açtığını iddia eden bir siyasi iktidarın aynı saikle ve zihniyetle “bu ülküde doğayı korumak gerekirse onu da biz koruruz” dediğini duyuyoruz. Üstelik eleştirdiklerini söyledikleri zihniyetin üstten, seçkinci ve otoriter diliyle. Aslında bu yasa tasarısı AKP zihniyetinin devlet aklıyla nasıl da hemhal olduğunun alameti farikası gibidir. Ne demek istediğimi açmaya çalışayım.